Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

18 Haziran 2014 Çarşamba

HİKAYE YAZMA

Bir hikaye yazacak  kişinin 3 şeyi bilmesi gerekir.Giriş gelişme ve sonuç.eğer bu üç unsur bilinmezse bir hikaye yazılması mümkün değildir.Bir hikayenin girişinden sonunun ne olacağı çoğu zaman anlaşılır.Aslında bizlerde kendi hayat hikayelerimizi yazıyoruz.Giriş bölümüne bakıp çoğu zaman sonucu tahmin etmek mümkün oluyor.Fakat kimi hikayeler farklı olabiliyor.Bizler kendi hayat hikayemizi yazıyoruz ama  gelişme ve sonuç bölümleri hakkında hiç bir fikrimiz yok.Sadece giriş yapıyoruz sürekli ve hikayelerimiz çoğu zaman yarım kalıyor.Misal olarak zengin olan birini görüp onun gibi zengin olmak istiyoruz ama nasıl zengin olunur diye hiç bir fikrimiz yok.Bilmediğimiz bir konuda bize soru soruluncada bilmiyorum yerine kendi tahminlerimizi söylüyoruz.Şimdi sorsak tanıdıklarımıza nasıl zengin olunur diye her biri bir cevap verir peki verdikleri cevaplar onları niye zengin etmemiş bu zamana kadar diye sorsanız mutlaka bir mazeretleri vardır.Burada anlatmaya çalıştığım asıl şey şu hayatta bir hedefi olmayan kişinin hangi yoldan gittiğinin hiç bir önemi yoktur.Hayatta bir hedefimiz olmalı bir hedefe ulaşmak için çaba sarf etmeliyiz.şu toplumumuzun bir hastalığı da bu ,hedefsiz yaşayan insanlar topluluğu olduk.Sabahları kalkıp işe gidiyor,deli gibi çalışıp yorgun olarak eve dönüyor,biraz dinlenip yemek yiyip ,televizyon seyredip yatıyoruz.Hafta sonu tatillerinde mümkün olduğunca çok uyuyup bir kaç oyalayıcı işle günü geçiştiriyoruz.Böyle yaşanan bir hayatın kimseye bir faydası olmuyor.Para kazanıyoruz ama para kazanırken ömrümüzü harcıyor,geçen zaman nimetini değerlendiremiyoruz.Bir zaman sonrada geçmişe bakıp keşkelerle veya bizden üst seviyede olan kişilere bakarak hayatımızı geçiştiriyoruz.Oysa ki her bireyin bir hedefi olsa ve bu hedefi için çalışsa,kendini geliştirse yaşadığımız hayat hem güzelleşir hemde üretken ve topluma faydalı bireyler oluruz.etrafımıza baktığımızda herşey değişmekte ve gelişmekte iken bizlerin aynı yerde sayıklaması pek kabul edilir birşey değil.Eminim ki bu yazıyı okumakla bile bir değişimin içindesiniz ve okumakla kendinizi geliştiriyorsunuz.keşke herkes sizin gibi olabilse.

13 Haziran 2014 Cuma

ZITLIKLAR PRENSİBİ

Hayatımızda idrak ettiğimiz bir çok şey asli olarak zıtlıklar ilkesine dayanır.Bunun en güzel örneği renklerde görülür siyah ve beyaz gibi.aslında şöyle düşünebilirsiniz, siyah bir renk değildir ,beyazın olmama durumunda ortaya çıkan şeydir.Yani siyah beyazın yokluğunda olan, onun tersi olan şeydir.Kısaca siyahın bilinmesi için beyazın olmaması gerekir.Eğer beyaz hep olsaydı siyah bilinmezdi.Bu konuya tatlardan örnek vermek gerekirse tatlı olan şey bilindiği için karşıtı olan acı veya ekşi bilinir.bu örnekte de bir kavramın iki karşıtı olduğunu görmekteyiz.İyilik veya kötülük durumları da biraz böyle bir durumdur.İyiliğin olmama durumuna kötülük denir veya asli olarak iyi olan bir kavramın bozulmuş olan şeklidir kötülük.Üzüm suyu içmek helal iken bozulmuş ve çürümüş olan şarabı içmek haram veya evlenmek helal iken zina yapmanın haram oluşu gibi.Kısaca kötülük iyiliğin şekil değiştirmiş halidir veya iyiliğin olmama durumu da denebilir.Evliliğin olmadığı toplumda zina olması gibi.Bir kavramın zıddı olduğunda ancak o kavram tam olarak anlaşıla bilir.Beynimiz bir kavramın zıddı yok ise o kavramı anlamakta zorluk çeker zıtlar prensibi bir konuyu veya olayı anlamak için kullanılan bir yoldur.Hayatımızda yaşadığımız bir çok sıkıntı bize aslında yaşadığımız hayatın ne kadar iyi olduğunu nasıl bir rahat içinde olduğumuzu gösterir.Karnımız tok iken aç olan insanları veya yokluk halini anlayamıyoruz.Açlık hastalık veya sıkıntı durumları bize nasıl bir nimet içinde olduğumuzu daha net anlatıyor.Şuan hasta değilsek ,hastalık halinde şu yaşadığımız sıhhatin ne kadar büyük bir değer olduğunu anlıyoruz.Tabi alışkanlıktan olsa gerek elimizdekinin değerini pek bilmiyoruz.Sürekli sıhhat halinde olmak bu halin değerini gözümüzden düşürüyor.Kısaca zıtlık olmadığında elimizdeki şeylerin değerini anlamadığımız ve değerlendirmediğimiz çok net olarak ortada.Sıkıntı  ve belalara birde bu açıdan bakmak lazım.Tüm bu sıkıntı ve belalar aslında ne kadar büyük bir nimetin içinde olduğumuzu gösteriyor.Yaşadığımız hayatın ne kadar güzel olduğunun  en büyük kanıtı başımıza gelen musibetlerdir aslında.Bu konuya benzer bir video var tavsiye ederim


12 Haziran 2014 Perşembe

ALTERNATİF DÜŞÜNME

 
Kullandığımız bir çok eşyanın veya nesnenin alternatif kullanım şekilleri olduğunu çoğu zaman unutuyoruz. Misal olarak buğdaydan bizler ekmek ve hamur işlerinde kullandığımız un elde ediyoruz. Ancak eski toplumlarda ve hatta Anadolu'da un ev yapımında harç olarak kullanılmıştır un. Bizler unun doyurucu özelliğini düşünürken diğer insanlar eve olan ihtiyacından yapıştırıcı olarak unu düşünmüşler. Alternatif düşünce dediğimiz düşünce böyle işliyor yani kavramın asli görevi yanında yapabileceği diğer seçeneklerde düşünülüyor. Bunlara bir örnek daha vermek gerekirse bir sorunla karşılaşınca bizler sorunu asli kavramlar üzerinden çözmeye çalışıyoruz. Birine kızınca düşündüğümüz ilk şey karşı tarafa zarar vermek oluyor. Bunun içinde kaba kuvvet geliyor aklımıza ama alternatif olarak uygulanacak o kadar çok şey var ki misal olarak konuyu değiştirmek, sakinleşmeye çalışmak, biraz uzaklaşıp bir müddet sonra tekrar konuşmak, karşıdaki kişinin bakış açısını değiştirmek vb...  Yani kavga etmek yerine sorunu çözmeye yönelik düşünmek. Alternatif düşünce denilince bunun giriş gelişme ve sonuç bölümleri iyi düşünülmeli yoksa alternatif düşünce bir işe yaramaz. Sadece zaman kaybı olur. Alternatif genelde ek seçenektir. Yani alternatiften önce mutlaka bir seçeneğiniz vardır. Ama asli olan seçenek mi yoksa alternatif mi daha fazla yarar sağlar bunu bilmediğimizden aklımız hangi seçenek daha iyi diye düşünür.buraya kadar anlattıklarımın tek amacı şu sorun odaklı düşünmek yerine çözüm odaklı düşünmek gerektiği ve bunu yaparken geleneksel çözüm yolları yerine başka seçenekler olduğunuda hatırlatmak. Ev misalinde olduğu gibi harç yok demek yerine buğdayı harç yerine koyabilmeyi düşünmek.

4 Haziran 2014 Çarşamba

DİNLENME




Hayatın temposu ve yaşadığımız devir sürekli çalışma odaklı .Ürettiğimiz ve çalıştığımız sürece gerekli ihiyaçlarımızı karşılıyoruz.Ancak amaçlar ve araçlar birbirine karışmış durumda.Para kazanmak için çalışan insanlar bir müddet sonra para kazanmak için çalıştığını unutup işinin kölesi olmuş durumdalar.Bir noktadan sonra paranında bir önemi kalmıyor ve kişilerin yaşam amacı yaptığı iş oluyor.İşte bu çalışma temposunda bu kadar yoğun çalışan kişi bir müddet sonra da hayatttan tad alamaz hale geliyor.Arkasından sıkıntı, bunalım ,depresyon ve daha bir çok ruhsal dengesizlik oluşuyor.Hatta akli dengesi bozulanlar bile var.Bozuk bakış açısı insanda bozuk düşünceye ve bozuk düşüncede etkileşimde olduğu diğer insanların düşünce sistemini bozar.Sabahtan akşama kadar sürekli çalışma temposunda olan kişi sosyal hayatı olmadığından kendi içinde bir dünyada, kendi kuralları ile yaşarken gerçek hayatı da kendi dünyası gibi görür.Tüm bu anlatılanlar toplumda çoğu bireyin yani bizim gibi  işçi olan bir çok insanın hayatı.Herkes aynıdır diyemem ama şöyle bir etrafınıza bakın ,işinden ve yaşadığı hayattan şikayetçi pek çok insan göreceksiniz.Buraya kadar anlattıklarımı pek çoğumuz biliyoruz .Bizim misalimiz elinde bardak tutan kişiye benziyor.Bir bardağı elinizde 1 saat tutarsanız kolunuz ağırır.Aynı ağırlıktaki bir bardağı 12 saat tutarsanız kolunuzu uzun bir süre kullanamazsınız.Aynı ağırlıktaki bir bardağı 24 saat veya daha uzun süre tutarsanız artık size bir ambulans gerekir.İşte düşüncelerde bu mantıkta işler.Size sıkıntı veren bir şeyi 1 saat aklınızda tutarsanız sıkılır bunalırsınız.Eğer süre uzar günlere dönüşürse yavaş yavaş düşünce ve sinir sistemi tahrip olur ve hasar görür.Eğer bu hayatınızın bir parçası olursa hastalık ve topluma zarar verme şekillerine dönüşür.Uzun bir mesafe gidecek olan bir kişi hiç dinlenmeden koşarsa gideceği mesafeye hiç bir zaman ulaşamaz.Çünkü vucudu böyle yaratılmadı.Uzun mesafe gidecek olan kişi muhakkak dinlenerek yoluna devam etmelidir.Yaşadığımız  sıkıntılarda böyle, eğer bir sıkıntı uzun sürecekse muhakkak kişiler kendilerine dinlenme vermeli yani arada o sıkıntıdan uzaklaşarak düşüncesinden çıkartarak bir müddet kendini dinlendirmeli.Bu iş hayatında da, diğer sıkıntılı şeylerde de böyledir.Eğer sıkıntınız varsa ve çözemiyorsanız kendinize tatil veya mola verin.Kendinizi biraz toparlayıp tekrar dan çözüm yolunu bulmaya çalışın.eğer sürekli koşmaya çalışırsanız bir yerden sonra çatlarsınız.