Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Kasım 2014 Pazar

KAOS TEORİSİ





Kaos teorisi aslında düzensiz gibi görünen her şeyin bir düzene bağlı olduklarını açıklamaya çalışan bir teoridir.Kısaca açıklamak gerekirse ,kaos teorisi veya kargaşa kuramı; yapısal olarak bir fizik teorisi ya da matematiksel bir tümevarım değil, fiziksel gerçeklik parçalarının bir bütün olarak eğilimini açıklamaya yarayan bir yöntemdir.
Bir sigara dumanının havada yaptığı şekiller tamamen düzensiz ve bağımsız rastlantıların ürünü olarak görülebilir. Ancak bir teorik fizikçi dumanın bu dinamiğinin aslında ortamdaki birçok parametre ve etken ile belirlendiği görüşündedir. Bu girdiler o kadar çoktur ve o kadar değişkendir ki incelemek ve net bir kanıya varmak imkânsızdır. Parametrelerin bu denli değişken olması aslında o parametrelerin de bir çıktı olmasından kaynaklanır. Dumanın hareketine neden olan hafif bir hava akımı aslında odanın başka yerindeki bir sıcaklık değişikliği ve basınç farkının neden olduğu bir harekettir. Ayrıca dumanın dinamiğini etkileyen girdiler birbirlerine bağlı olabilirler ki bu durumu tam anlamıyla içinden çıkılmaz hâle sokar. Sigara dumanı örneğine geri dönersek, hava akımının yalnızca sıcaklık değişiminden kaynaklandığını farz edelim (ki pratikte bu milyonlarca etkenden biridir). Sıcaklık değişimi ortamda basınç farkı yarattığından hava akımını etkiler. Ancak oluşan hava akımı sıcaklıkta tekrar değişimlere neden olacağından farklı girdilerle tekrar bir fonksiyon oluşturur ve bu değişim sonsuza kadar devam eder. Birçok farklı girdinin sürekli değişerek fiziksel değişimler ve farklı düzenler yaratması ve bu düzenlerin yine kendisini etkilemesi insan zekasının ve günümüzdeki gözlem ve bilimsel tahmin yeteneklerinin çok çok üstünde olmasından dolayı kaos olarak nitelendirilir. Oysa tüm bu değişimlere neden olan fiziksel yasalara ve matematiksel açıklamalara hakimiz. İşte bu noktada karşımıza düzen ve kaosun aslında birbirine ne kadar sıkı sıkıya sarılmış olduğu ortaya çıkar. Fiziksel yasalar ne kadar basit olursa olsun sonuç o kadar rastlantısal ve karmaşa doludur.
Tüm bu anlatılanlardan sonra varacağımız sonuç yaptığımız her şeyin başka bir şeyi etkilediği ve bu etkilerin birleşmesi ile evren ve kainat veya bildiğiniz her şeyi etkilediğimiz sonucudur.tabi bundan yola çıkarak tek sebeb bizim böyle davranmamız diyemeyiz ancak o yapılan işte bizimde sorumluluğumuz olduğudur.buna kelebek etkiside diye bilirsiniz.yaptığınız bir şeyin her şeyi etkilemesi ile başınıza gelen olaylar arasındaki ilişkiden bahsediyorum.örnek verirsek daha iyi anlaşılacak sanırsam konu.




bu örnek tabi ki abartı içeriyor ancak gerçeklikte içeriyor.tüm bu anlatılanlardan çıkacak sonuç ise ; kaos teorisi bize şunu anlatıyor iyilik yaparsanız iyilikle karşılanırsınız veya kötülük yaparsanız kötülük ile karşılanırsınız. bunu sadece iyilik veya kötülüğe indirgemiyorum.Yaptığınız şey her ne ise onun karşılığını alacaksınız diyorum.

28 Ekim 2014 Salı

KANSAS CİTY ALDATMACASI




Aklımıza çoğu zaman gelen fikirler ve düşünceler bizi düşünmek istediğimiz şeye değilde düşünmek istemediğimiz şeylere yönlendirir.Lazım olan düşünce veya fikir sürekli değişime uğrar aklımızda ve sonuç olarak düşündüğümüz veya araştırdığımız konu yerine kendimizi bambaşka bir konuda buluruz.Lazım olmayan bu fikir ve düşünceler yapmamız gereken işleri unutturup zamanımızı ve enerjimizi çalar.Ana fikir ve hedef üzerinde düşünmek yerine aklımıza gelen bu düşünceler istek ve amaçları bile yok edebilir.Hani küçükken kulaktan kulağa oynardık ve ilk kulaktan söylenen söz son kişide bambaşka bir şekilde çıkardı.Anlatılmak istenen ile son kişinin anladığı farklı olurdu bu oyunda ve ilk kelime ile son kelime veya cümle birbirini tutmazdı.Demek istediğim ana fikir üzerine konulan kavramlar yavaş yavaş ana fikri değiştirerek başka bir şeye dönüşmesini sağlar.Önceki örnekte verdiğim gibi kulaktan kulağa oyununda herkes bir harf veya bir kelime katarak cümleyi değiştirirse kelime son kişide başka çıkacaktır.Neden bu oyunda kelime değişti diye sorarsanız insanların kelimeyi değiştirmek istemesinden zevk aldıklarını ve bunun bir oyun olduğunu bilirsiniz.

Yönlendirme hikayeleri işte böyle başlar.Size bir düşünce veya fikir verilir ve üzerinde düşünmeniz istenir.Sonra siz o şey hakkında düşünürken yavaş yavaş diğer kavramlar anlatılır ve ana fikrin varması gereken sonuçla ,sizin bulduğunuz sonuç arasında çok büyük farklılıklar oluşur.Yönlendirme hikayelerinde size bir yön anlatılarak o yöne bakmanız istenirken ,size hikayeyi anlatan adam size zarar vermek istemektedir.Konu iyi kıssalar ve öğütlerle başlar ve siz dinlediklerinizle bir şeyler yaptığınızda iyi şeyler yaptığınızı zannedersiniz.Aslında yaptıklarınız tam anlamıyla kötülüğün kendisidir.Örnek vermek gerekirse hırsızlığın kötü olduğu hakkında hepimiz aynı şeyi düşünürüz.Size hırsızlığın kötülüğünü anlatan adam siz onu dinlediğiniz sırada sizin cebinizdeki parayı çalmaktadır.Size konuyu anlatırken sizin konuya odaklanmanız ve etrafta olan bitenden haberinizin olmamasından dolayı.Sizin bu haliniz hırsızların sizden para çalmasını kolaylaştırır.Bu anlatıklarım için hırsızlık örneği yeterli olamayacaktır.Dikkattin odaklanması ve konsantrasyon esnasında neler kaybettiğiniz aslında önemli olandır.siz bir iş için konsatre olup o işi yapmak üzere eylem yaparken.Etrafınızdaki dünya ile alakanızın kesilmesi size zarar vermek isteyen insanlara bir davetiye vermenizdir.O yüzden bir işe konsantre olmadan önce gerekli tedbirleri almanız sizin faydanızadır.aşağıdaki video sanırım bazı şeyleri açıklamaya yeterli olacaktır.







                                                 

10 Ekim 2014 Cuma

AMAÇLAR VE ARAÇLAR


Yaşadığımız hayatın karmaşası içinde çoğu zaman ne yaptığımızı bilmeden ,bazen yönlendirme ile,bazen sürü psikolojisi ile,bazen çaresizlikten ,bazen korkudan,bazen ümitten amaçlar yerine araçların peşine düşüyoruz.Amacı para kazanmak olan biri para kazanmak yerine yukarıda saydığım sebebler den dolayı amacı olan parayı unutup araç olan işin kendisine takılıyor.Para kazanmaya götürecek binlerce yol var iken bir yolu amaç edinip sadece paranın buradan geleceğine inanmak belkide yaptığımız yanlışlardan sadece biri.Amacı allah rızası olan birinin araç olan ilim ,ibadet,fıkıh gibi kavramları amaç edinmesinden dolayıdır ki ,allah rızasını aramak yerine kitaplarda hüküm arıyor.İlim allah rızasını kazanmak için bir araçtır.eğer aracın kendisine takılıp kalırsak allah rızasını kazanmak şöyle dursun belki kişi allah yerine amaç edindiği şeylere tapmış olur.Örnek vermek gerekirse namazın hükümlerini bilen birisi namazda allahı düşünmek yerine fıkıh ve tefsir hükümlerini düşünse bu namaz nasıl bir namaz olur.Hadi bu yine iyi diyeceğimiz bir şey.öyle namaz kılanlar var ki namazda aklında allah dışında herşey var.Yiyeceği yemek,giyeceği elbise,gideceği yerler,yapacağı işler ve daha neler neler.Araçlar amaca ulaşmak için kullanılır.Çölde giden bir adam ihtiyacı olan vatanına gelmediği sürece çölde hangi araçla gittiğinin hiç bir önemi yoktur.Aracı uçakta olsa ,arabada olsa,devede olsa onun gideceği yer vatanı değilse nereye gittiğinin ve hangi aracı kullandığının  da hiç bir önemi yoktur.Araçlar mesafeyi kat etmek için vardır.Her aracın hedefe ulaştırma süresi farklıdır.Ama aracın süsüne ve ihtişamına takılıp araçla ilgilenip gideceği yeri unutan kişi açlıktan ve susuzluktan ölecektir.Hepimiz allah rızasını istediğimizi söylüyoruz.Allahı kendimizden razı etmek için uğraşıyoruz.ama bağlandığımız sebebler bizlerin gözlerini kör etti.Yemek yiyen kişiye sorsak neden yemek yedin diye,karnım açıktığı için yiyorum der.Nerde allah için yemek yemek ,nerde kaldı allah rızasını aramak,yemek karın doyurmak için mi yoksa allah rızası için mi yenir?Yapılan tüm işlere bu gözle bakmak lazım,neden yaşıyoruz, amacımız ne ,ne yapıyoruz?İlimin buradaki amacı yapılan işlerde allahın nelerden razı, nelerden razı olmadığını anlatmak içindir.Hükümlerin kendisine takılıp allahı unutmak ,hayır yapayım derken şer işlemenin ta kendisidir.Ameller niyetlere göredir diye olan meşhur hadisi bilmeyeniniz yoktur sanırım,Niyeti allah rızası olmayanın ameli ne fayda verebilir ki? Amelin kendisi allaha yaklaştırsa idi,namaz kılan herkesin veya namaz kılan kafirin de cennete gitmesi gerekirdi.Araçları hedefe gitmek için kullanmalıyız araçları amaç edinmek allah yerine puta tapmaya benzer.Konu uzun ve söylenecek çok şey var.Ancak konunun özünü anladı iseniz sözü uzatmaya gerek yok.Hani bir söz vardır arife tarif gerekmez diye sanırım konunun özü bu.

9 Ekim 2014 Perşembe

PLASEBO VE NOSEBO ETKİLERİ





Bu yazımda fikriyatın beden üzerindeki etkilerinden biraz bahsedeğim.yazı alıntıdır ve bir doktorun araştırmasıdır.

Plasebo, hastalığı tedavi edecek herhangi bir etkinliği olmayan maddelerin veya nedensiz girişimlerin, hastaların kendilerini daha iyi hissetmelerine neden olan etkilere verilen isim. Plasebo kelimesinin kökeni 14. yüzyıla dayanıyor. Kelime, anlam olarak latince “Sizi hoşnut edeceğim.” anlamına geliyor.
Plasebo etkileri tam olaran anlaşılamasa da binlerce yıl boyunca gerek doktorlar gerek daha eski tarihlerdeki sağaltıcılar, şamanlar, hatta üfürükçüler tarafından kullanılmış. Tarih boyunca, özellikle ağrı tedavisi üzerine yapılmış pek çok plasebo denemesi kayda geçirilerek günümüze ulaşmış. Bunlar arasında belki de en çarpıcılarından biri Amerikalı bir anestezi uzmanı olan Henry Beecher’ın çalışmaları. İkinci Dünya Savaşı sırasında cephede cerrahlık yapan Beecher, morfin stokları tükenince ameliyat ettiği hastalara morfin yerine morfin olduğunu ima ederek tuzlu su enjeksiyonları vermiş ve hayretle hastalarının ağrılarının azaldığını görmüş! Benzer şekilde, yanında anestezi ilacı olmadığından hastaları damarlarından su verip, anestezi yaptığına ikna eden ve ciddi ameliyatları bu şekilde yapmış hekimler bile mevcut. İlerleyen yıllarda yapılan benzer çalışmalarda birbirinden güçlü plasebo etkileri gözlendi: Depresyon hastalarına, ilaç görünümlü plasebo hapları antidepresan olduğu söylenerek verildiğinde, şikayetlerinde %50’ye varan azalma gözlendi, plasebo migren hapları, migren hastalarında %40 etkili oldu, hatta iktidarsız erkeklere verilen plasebo ereksiyon tabletlerini kullanan hastaların %25’i şikayetlerinin geçtiğini beyan ettiler. 
Beklenti, endişe hafifletme mekanizmaları, beyindeki ödül devrelerinin çalışması, sosyal öğrenme, genetik ve kişilik özellikleri gibi farklı etkiler, gerek beyindeki nörokimyasal mekanizmaları tetikleyerek, gerek hastalarda algı değişikliğine neden olarak plasebo etkilerinin ortaya çıkmasına neden oluyorlar.
Plasebo etkilerini tetikleyen faktörlerin en başında beklenti geliyor. Hastalar kendilerine verilen ilaç ve uygulamalar nedeniyle iyileşme beklentisine kapılıyorlar. Tedaviyi uygulayan doktorun, tedavinin işe yaradığına yönelik telkini, hastanın verilen ilaçın çok etkili olduğunu düşünmesi semptomplarının psikolojik, hatta kısmen fizyolojik olarak da gerilemesine neden olabiliyor. Beyaz önlük giymiş, otoriter ve ilgili bir hekimin “şimdi size çok güçlü bir ilaç vereceğim, birkaç güne bir şeyiniz kalmaz” telkini ile plasebo alan hastalar, tedavi seansının ardından kendilerini daha iyi hissetiklerini beyan ediyorlar. endojen opoioid sistem ve endocannabinod sistem insanlarda bulunan doğal ödül mekanizmalarını uyaranlar sonucunda nucleus accumbens denen beyin bölgesinin uyarılması ve bunun sonucunda da dopamin maddesi salgılanmasına neden oluyor. Plasebo uygulanması sonucunda da aynı ödül mekanizmaları tetikleniyor. Uygulanan tedavi ile daha iyi olacağı beklentisine giren hastada, bu beklenti dopamin artışına neden oluyor ve artan dopamin hastanın kendini daha iyi hissetmesini, ağrılarının hafiflemesini, şikayetlerinin geçmesini sağlıyor. Öğrenme ve özellikle şartlı öğrenme de plasebo etkilerinin ortaya çıkmasında önemli. Bir hastaya ilk olarak plasebo uyguladığınızda, o hastada gözlenen plasebo etkisi çok güçlü olmuyor. Ancak hastaya önce etkin bir tedavi uygular ve daha sonra bu tedaviyi hasta fark etmeden plasebo ile değiştiriseniz o zaman plasebo etkisinin çok daha arttığı gözlenebiliyor. Örneğin, ağrı tedavisi için yapılan bir çalışmada hastalara Pazartesi, Salı, Çarşamba ve Perşembe günü morfin verilip, Cuma günü morfin yerine su enjekte edildiğinde hastalarda sanki morfin almışçasına ağrıların azaldığı gözlenmiş. İlaçların rengi kadar ne şekilde paketlendiği, hangi formda hazırlandığı da plasebo etkilerinin gücünü etkiliyor. 1970’te yapılan bir çalışmada, gene bir endişe giderici olan klordiyazepoksitin kapsül formunun, tablet formuna göre daha etkili olduğu bulunmuş. Her ne kadar iki ilacın içindeki aktif madde ve emilim hızı aynı da olsa, kapsül alan hastalar daha çok iyileştiklerini beyan etmişler. Hastaya yapılan girişim ne kadar acılı ve ciddi ise, plasebo yanıtı da o kadar kuvvetli oluyor. Hastalandığında illa iğne yapılmasını isteyen, iğne yapılmadan hap kullanırlarsa ağrılarının bir türlü geçmediğini söyleyen kişileri, yakın çevrenizde de gözlemiş olabilirsiniz. Dan Ariely, 2008 yılında yaptığı bir deneyde, gönüllülere elektrik şoku vererek canlarının yanmasını sağlamış. Daha sonra aslında C vitamininden ibaret olan plasebo haplarını iki gruba ayırdığı hastalara dağıtmış. Birinci gruba, tabletlerin tanesinin 2,5 dolar olduğunu, diğer gruba ise tanesinin 10 sent olduğunu söylemiş. Sonuç tahmin ettiğiniz gibi: 2,5 dolarlık tableti alan hastalar aldıkları ilacın etkinliğinin daha yüksek olduğunu ve ağrıyı daha iyi tedavi ettiğini söylemişler. her ne kadar plasebo etkileri gözlemlenebilen hatta günümüzde kısmen de olsa nörokimyasal olarak ölçülebilen etkiler olmasına rağmen, hastaların plasebo kullanmaları sonucunda ilaca verdikleri yanıt, gerçekten etkin madde içeren ilaçlara verdikleri yanıttan epey farklı. Yapılan pek çok sayıdaki çalışmada, plasebo uygulaması sonrasında gözlemlenen iyileşmenin genelde subjektif olduğu, ve bu iyileşme halinin de etkin maddeyle tedavi edilen hastalara göre çok daha kısa sürdüğü saptanmış. 39 hasta üzerinde yapılan bir çalışmada, astım hastası olan ve nefes darlığı çeken bir grup hastaya, albuterol denen sprey formunda bir astım ilacı, içeriğinde etkin madde olmayan plasebo bir sprey ve sahte akupunktur tedavisi uygulanmış. Deneyde hastalara birer hafta arayla bu tedavi yöntemleri karışık sırayla uygulanmış. Her bir uygulama öncesi hastaların FEV1 değerleri not edilmiş, uygulama sonunda bu ölçüm tekrarlanmış. Ayrıca her uygulama sonrası hastalara uygulanan yöntemden ne kadar fayda sağladıklarını soran bir de anket yapılmış. Böylece deneyi düzenleyen araştırmacılar her bir hasta için uygulanan yöntemin hem ölçülebilir objektif etkilerini, hem de hasta tarafından algılanan subjektif etkilerini kaydetmiş ve sonra bunları karşılaştırmışlar.Çıkan sonuçlar gerçekten şaşırtıcı: Her bir tedaviden sonra hastalar, şikayetlerindeki iyileşmenin albuterol (astım ilacı), plasebo sprey ve gene bir plasebo olan akupunktur tedavisinden sonra hemen hemen aynı oranda olduğunu beyan etmişler. Yani hastalar, her üç yöntemin de nefes alışlarına iyi geldiği kanaatinde. Ancak karşılaştırılan FEV1 değerleri aynı şeyi söylemiyor. Her üç yöntemden önceki ve sonraki FEV1 değeri değişimine baktığımızda, albuterol uygulanan hastaların FEV1 değerlerinde %20 gibi anlamlı bir artış olmasına rağmen, plasebo sprey veya akupunktur uygulanan hastaların FEV1 değerindeki iyileşme hiçbir uygulamaya tabi tutulmayan hastalara göre farklılık göstermemiş.Yani, plasebo ve akupunktur uygulanan hastalar akciğer fonksiyonlarında iyileşme olmadığı halde kendilerini daha iyi hissettiklerini beyan etmişler.
Bu ve benzeri çalışmalar, plasebo uygulamalarının aslında hastalığın kendisini tedavi etmektense, hastalıkla ilgili semptomları kısmen ve geçici olarak hafiflettiği veya hastanın bu semptomları algılayışını değiştirdiklerini gösteriyor. Bu nedenle, plasebo içeren tedavi yöntemleri, hastaların gerçek anlamda tedavi edilmesini sağlamaktan uzak. Kısmen, hastalara anlık bir iyileşme sağlama dışında pek bir iyileştirici etkileri yok.Plasebonun olumlu etkilerinin aksine,  bazen etkisiz madde alımını takiben olumsuz etkiler de gözlenebiliyor. Nosebo etkileri denen bu fenomen, uygulanan etkinliği olmayan tedavi yönteminin ardından gerçek ilaçtan beklenen yan etkilerin gözlemlenmesi durumuna verilen isim. Eğer herhangi bir ilacı alırken hiç bir yan etki deneyimlemediğiniz halde günün birinde prospektüsünü okuyup orada görülen yan etkilerde kaşıntı ve mide bulantısı yaptığını gördükten sonra tüm gününüz kaşınarak ve kusmamaya çalışarak geçtiyse siz de nosebo etkisiyle tanışmış olmalısınız.

Sanırım konuyu anladınız.

ENTROPİ 2. BÖLÜM



 Entropi  yüksek faydası  olan bir fikrin daha alt seviyelere indikçe daha az anlaşıldığı anlamına geliyor. Tedavi sürecini anlatmak isteyen doktor bunu anlatıkça bunu dinleyen kişi bir başka kişiye aynı şekilde anlatamayacağından fikir her anlatımda bir şeyler kaybediyor.Güneşin kütlesini zaman içerisinde kaybetmesi gibi fikirlerde güneş misali zaman içinde ana fikriyatını kaybediyor.En son hali ile ilk hali arasında çok farklar bulunuyor.Örneğin tıp ilmi insanların hastalıklarını tedavi etmek için geliştirilmiş bir yöntem iken zaman içerisinde tıp ilmi insanları hasta etmek için yanlış işlerde kullanılmış.Salgın hastalıkların yayılmasında tıp ilminden faydalanılmış.Entropiyi şöylede tanımlamak mümkün .Başlangıcı iyi olan bir şeyin zaman içinde kötüye doğru gitmesi.Açıklamak gerekirse bir savaşta insanlar vatan kurmak ve nesillerini savunmak için savaşırlar.Sonra kurulan devlet gelen idareciler ile beraber onların hırs ve arzuları sebebi ile değişir ve insanlar bu topraklarda yaşamaktan ve yaşadıkları insanlardan uzaklaşmaya ve düşman olmaya başlarlar.Bir sonraki aşama düşmanlık sebebi ile bulunduğu toplumu ve ülkeyi yıkmaya ve yeniden inşaa etme çabasıdır.Başlangıçta düşmana karşı savaşan insanlar zaman içinde kendilerine karşı savaşmaya başlarlar.Başlangıcı rahat yaşayalım ve nesillerimiz rahat yaşasınlar denilen süreç zaman içerisinde ülkeyi yok etmeye dönüşür.Hemen hemen her toplum yaşamıştır bunu.yani toplumların savaşta kaybetmelerindeki asıl mantık bir fikriyat etrafında buluşamamalarıdır.Bu sebebten fikir ayrılığı kuvvet ayrılığını ve kuvvet ayrılığı parçalanmayı doğurur.Toplumlarıda zaten fikriyatlar yıkar.Entropi yasası fikriyatta, küçükken oynadığımız kulaktan kulağa örneğindeki gibi yayılır.Siz bir şey söylersiniz yanınızdaki o sözü biraz değiştir,bir sonraki biraz değiştirir ve böyle böyle son kulaktan çıkan söz ,ilk söz ile alakası olmayan bir şey olarak çıkar.İlk başlangıcı iyi olan bir fikriyat zaman içerisinde insanlardan nakledile nakledile insanların yorumu ile birlikte değişime uğrar.Bu değişim sonucunda ilk söz ile son söz taban tabana zıt olarak karşımıza çıkar.Zaten eğer kötülük kavramını inceleyecek olursak kötülük dediğimiz şey iyiliğin değişmiş halidir.Evlenmek helal iken zinanın haram oluşu gibi.İkisindede yapılan iş aynıdır ancak yöntemler farklıdır.Zinanın ortaya çıkışı için insanların evlenmeyi bilmeleri gerekir.Burada akla şöyle bir soru gelebilir.peki kötülük zaman içerisinde enropiye uğrar mı.Pek tabi ki uğrar ve diğer tüm kötü olan şeyler gibi değerini yitirir ve insanlar o işi yapmaktan vazgeçerler.Bir toplumda zina normal bir hale gelip yaygınlaşırşa ,bir müddet sonra o toplum zinadan uzaklaşmaya çalışır ne evlenmek isterler nede zina etmek isterler.Çünkü zaman içerisinde alınabilecek tüm zevkler alındığından zevk vermez olur.Tabi anlattığım insanın ömrünün uzunluğu ile de alakadar ve zaman kavramını göz ardı etmemek lazım kısa hayat yaşayan insanlar için zina hep çekici olmuştur.Anlattıklarım uzun yaşamak ve zaman içinde entropiye uğramak ile alakadar.Çünkü enropi zaman ile ilişkilidir.zamanın olmadığı bir yerde entropi den bahsetmek pek tabi ki mümkün değildir.Kısaca entropi fikriyatı zaman içinde değiştirip ilk güzel faydalı halinden alıp onu faydasız ve işe yaramaz bir hale getirmesidir.Bundan kaçış mümkün değildir.her fikir ne olursa olsun zaman içerisinde değişmeye ve yararsızlaşmaya doğru gider.Zaman maddeyi faydasız hale götürdüğü gibi fikriyatı da faydasız hale götürür.

4 Eylül 2014 Perşembe

ENTROPİ 1 BÖLÜM




Entropi, bir sistemin mekanik işe çevrilemeyecek termal enerjisini temsil eden termodinamik terimidir.Lakin bu sözü anlamamış olabilirsiniz.Hani bir söz vardır değişmeyen tek şey değişikliktir diye,işte o sözü açıklayıcı olan bir terim bu entropi.Ancak bunu daha detaylı anlatmak gerekirse fen bilimlerinin en önemli yasası her şeyin yıprandığını söyleyen yasadır.Mevcud durumumuza göre canlılar yaşlanır ve ölür, otomobiller paslanır ve evrendeki düzensizlik artar. Düzensizliği bilim adamları Entropi adı verilen nicelik ile ölçmüşlerdir.Ünlü bilim adamları sistemlerdeki düzensizlik arttıkça, entropi de artar demişler ve bu durum faydalı (iş yapabilir) enerji miktarını azaltıp ve faydasız enerjiyi (entropi) arttırır.Lakin eğer bir sistem tamamı ile düzenli ise entropisi sıfır olabilir.İnsanların ve diğer canlıların kurdukları düzenlilikleri artırmak değil azaltmak eğiliminde olması ve benzeri bir takım olgular, entropi yasasına onun bilimsel tanımını aşan anlamlar yüklenmesine önayak olmuştur. Ludwig Boltzmann'ın ünlü denkleminde S = k log W entropi, S, bir sistemin girebileceği mikroskopik durumların sayısı, W, yoluyla tanımlanır.Lanse edilen duruma göre entropi, enerji gibi korunan bir özellik değildir ve bütün enerji değişimlerinde çevre ile sistemin entropi değişimlerinin toplamı daima pozitiftir. Ancak bu da evrendeki toplam entropinin sürekli artmasına sebep olur.
Hadiselere göre Dünya'daki yaşam Güneş'ten gelen Entropiyle beslenir. Bitkiler büyümeleri için gerekli enerjiyi güneş ışığından aldıkları zaman evrene bir miktar düzen katılır ve bu nedenle entropi azalır. Fakat Dünya'daki bu entropi(belirsizlik) azalması, bütün bir evrendeki entropi artışı yanında küçücük kalır Güneş'in yıpranma oranı, dünyamıza kattığı düzene göre çok büyüktür.Özetlemek gerekirse kainatta her şey, kendini minimum enerji ve maksimum düzensizliğe çekmek ister.örnek vermek gerekirse yukarıdan bırakılan bir taş, aşağı düşmek ister. Çünkü aşağı dediğimiz nokta, yukarı dediğimiz noktadan daha düşük bir enerji seviyesine sahiptir.Demir bir kaba sıkıştırılan bir gaz kendini dışarı atmak ister. Çünkü dış ortamdaki gazlar daha düzensizdir.Kısaca maddenin düzensizliğe doğru eğilimi vardır.bu düzensiz yapının varacağı son nokta ise ölümdür.yani yaratılan her madde ölüm ile programlanmıştır.buraya kadar anlatılan konu aslında hayatlarımızın bir özeti .Düzensizlikten oluşup düzen almış canlılarız ve yaşadığımız süre içinde muhakkak bir şeyleri düzeltip düzene koymaya çalışırız.Eğer düzene koyacağımız şeylerde bir ölçü yok ise o şeyin düzenli olması elbetteki beklenemez ve ne kadar düzene koyarsak koyalım bir gün mutlaka düzenini bozacak.Düzenin bozulma olayına ölüm demek daha doğru olur çünkü bir şeyin düzeninin tamamen bozulması o şeyin ölmesi demek olur.Eğer düzenin bozulması ölümse düzene koymayada hayat diye biliriz.makinenin parçalarını bir araya getirmek makineye hayat vermek gibidir ve makinenin parçalarını ayırmakta onu öldürmek gibidir.maddi kavramlardaki bu durum manevi kavramlar içinde geçerlidir.bunuda bir sonraki yazımda daha detaylı anlatacağım inşallah.

2 Ağustos 2014 Cumartesi

MUTASYON


Bir maddenin değişimi için değişimde ihtiyaç duyduğu maddeler vardır.Bunların çeşitliliği ve değişimdeki rolleri farklıdır.Ancak burada anlatmak istediğim değişimdeki rollleri ve ana madde ile bağlantı kuracak madde arasındaki değişimlerin nasıl sağlanacağı.Bir fikir veya bir düşünce ham hali ile anlatılmaya çalışıldığında genel olarak itibar görmez.ancak bu fikir kişilerin anlayacağı seviyeye inerse anlatılan ham fikrin ne kadar değerli olduğu anlaşılır.Konunun anlaşıla bilmesi için gerekli izahatı kısaca yaptığımı düşünüyorum. 








31 Temmuz 2014 Perşembe

MEKANİZMALAR




Bir makinenin parçaları bir bütün halinde çalışırsa ancak makina çalışabilir.Hayatlarımızda sorunların olmasının bir nedeni de mekanizmaların doğru çalışamaması.Örnek vermek gerekirse anlatacağım her kavramı bir bütünün parçaları olduğunu ve parçaların bir araya gelip ancak makinayı hareket ettirdiğini düşünün.İstenilen veya insan olma değerleri için kişilerde olması gereken bazı özellikler vardır.Bunlar bedeni veya zahiri ,fikri veya manevi diye ikiye ayrılır.Bedeni olanlar sağlıklı bir beyin yapısı,sağlıklı bir kalp,düzgün çalışan kas yapısı ve sinir sistemi,sıkı bir cilt,güzel bir yüz,sağlıklı saçlar,ve hormonal dengenin düzgün olduğu bir vücud diye biliriz .Tabi bunları dahada detaylandırmak mümkündür.Manevi olanlar ise,okuma ve gelişmeye açık olmak,duygusal olarak olgunlaşmak,ahlaki olarak gelişmek,insani değerleri yaşamak ve yaşatmaya çalışmak,iyiliği ve doğru olanı anlatıp yanlış olan ve kötü olandan insanları uzaklaştırmaya çalışmak,yardımlaşma,çevreye ve yaşayan her şeye yardım etmek,canlı veya cansızların sorunları ile ilgilenme vb..... manevi kavramları da bu şekilde detaylandırmakta mümkün.Buraya kadar anlattıklarımın hepsi bir makinenin parçaları gibidir.Nasıl ki bir makinenin parçaları eksik olursa eksik olan parçanın önemine  göre makine çalışabilir de çalışmaya bilir de.Yani şöyle diye bilirim,bu makinenin motor ve güç kısmı beyindir.beyni düzgün çalışmayan veya akli dengesi yetersiz olan birinin tüm bu saydıklarımızı yapması zaten imkansızdır.geriye kalan parçalardan bazısı olmasa da makine işler ancak bir müddet sonra ya durur veya bozulur bir dahada çalışmaz.İnsanın hayatı da böyledir.Maddi dediğimiz bedensel kavramlar ile manevi dediğimiz fikri ve duygusal kavramlar bir bütün halinde çalışacak ki insan insan olabilsin.Tüm manevi kavramlar çalışsa  bile  kişinin felç olması tüm bu manevi kavramların iptali gibi bir şeydir.Böyle bir kişinin kendinden başka kimseye hemen hemen bir faydası olmaz.Kısaca maddi ve manevi kavramlar bir bütündür.Bunları birbirinden ayrı düşünmek en büyük hatalardan biridir.Günümüz toplumunda bu yanlış çok yapılıyor.Alkol içen birinin alkollü iken düzgün düşünmesini beklemek,haram yiyen birinin ibadetlerinin veya duasının kabulünü beklemesi(bu konuyu ilerde detaylandıracağım),bilgisiz ve cahil birinin toplumu düzeltmeye çalışması elbetteki mümkün değildir.Aslında konu çok uzun ve üzerine çok şey söylenebilecek bir konu ancak konunun özünü anladı iseniz.Hayatımıza birde mekanizmalar penceresinden bakalım maddi olarak nelerimiz eksik ve manevi olarak eksikliklerimiz neler.Bu parçalar ne kadar yerine oturur ve düzelirse o kadar kaliteli bir hayatımız olur.böyle bir hayat hem dünyada hemde ahirette fayda verecektir.

27 Temmuz 2014 Pazar

DEĞİŞİM EVRELERİ


Hani bir söz vardır meşhur '' değişmeyen tek şey değişikliktir diye '' duymuşsunuzdur eminim.birde değişimlerin  gelişim süreleri veya canlılardaki etkileri var.misal olarak kedi yavruları dünyaya geldiklerinde önce anneyi ararlar,sonra biraz değişir ve gelişince oyun isteği başlar,onuda geçince erişkinlikte hayatı ve çevrelerini tanımaya, kararlar vermeye başlarlar.tüm bu  noktalar insan değişimine benzer yapılar göstermekte.insanlarda bebekken sadece anneyi aralar,biraz değişip çocuk olunca oyun oynamaya ve hayatı yavaş yavaş tanımaya başlarlar,erişkin olunca da hayatı ve çevrelerini tanıyıp kararlar vermeye başlarlar.hayvanlar ile aramızda bu tanımlamada pek bir fark yok aslında .bu gidişat hemen hemen tüm canlılarda var.ancak değişimlerin birde değişmesi var ki oda bu üç everenin değişimi ile oluyor.tüm gelişim süreci sağlıklı bir şekilde olursa bireye toplum olarak sağlıklı bir birey diyoruz.ancak bu evrelerde sorunlar olursa gelişen bireyler daha doğrusu değişen bireyler değişim içinde değişime uğramış oluyorlar.bebeği annesinden ayırırsanız,oyun çağında  beyin gelişimini engeller iseniz,karar verme ve yetişkinlik çağında hayatı ve insanları tanımasını engellerseniz.değişim sürecini sekteye uğratıp bozuk düşünceli bir köle yapmış olursunuz.bunları neden mi anlattım diye aklınızda bir soru oluşursa eğer hemen cevabını vereyim.şuan yetişen nesil tamda böyle yetişiyor.bebekken anneye ihtiyaç duyduğu zamanda, anne sevgisi ve ilgisini yeteri kadar gösterilemiyor.çocukluk çağında  aklını televizyon ve bilgisayar ile öldürüyorlar ve erişkinlik çağında birşey düşünemez ve üretemez olan sadece bir tüketici oluyor.her denileni kabul eden ,toplum nereye giderse bende oraya giderim diyip sorgulamayan,doğru ve yanlış kavramları yanlış oluşmuş bir birey olarak karşımıza çıkıyor.anlatıyorsunuz fakat anlayamıyor veya doğruyu gösteriyorsunuz fakat yapamıyor.hani derler ya aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık diye işte öyle bir şey oluyor.doğru olanı anlatınca kabul etmiyor hadi yapalım dediğinizde yapamam veya yapamıyorum diyor.üretme ,sorgulama ,analiz, neredeyse sıfıra yakın ahlaki yozlaşma zaten hat safhada birde işin içine cahillik girince alın size saatli bir bomba .belli bir yaştan sonrada değiştirmek dahada zorlaşıyor.buda toplumun bozulması ,insanların ahlaki değerlerinin çöküşü,maddiyat için ahiretin satılması şeklinde kendini gösteriyor.çözümü sorarsanız eski yazılarımı okumanızı tavsiye ederim.biliyorum ki sizler okuyan ve düşünen, kendini geliştiren kişilersiniz.bunun ispatını da yapmak çok kolay çünkü bu yazıyı okudunuz.bu yazıyı okumakla çok şey anladınız ve bir şeyleri değiştireceksiniz.  

18 Haziran 2014 Çarşamba

HİKAYE YAZMA

Bir hikaye yazacak  kişinin 3 şeyi bilmesi gerekir.Giriş gelişme ve sonuç.eğer bu üç unsur bilinmezse bir hikaye yazılması mümkün değildir.Bir hikayenin girişinden sonunun ne olacağı çoğu zaman anlaşılır.Aslında bizlerde kendi hayat hikayelerimizi yazıyoruz.Giriş bölümüne bakıp çoğu zaman sonucu tahmin etmek mümkün oluyor.Fakat kimi hikayeler farklı olabiliyor.Bizler kendi hayat hikayemizi yazıyoruz ama  gelişme ve sonuç bölümleri hakkında hiç bir fikrimiz yok.Sadece giriş yapıyoruz sürekli ve hikayelerimiz çoğu zaman yarım kalıyor.Misal olarak zengin olan birini görüp onun gibi zengin olmak istiyoruz ama nasıl zengin olunur diye hiç bir fikrimiz yok.Bilmediğimiz bir konuda bize soru soruluncada bilmiyorum yerine kendi tahminlerimizi söylüyoruz.Şimdi sorsak tanıdıklarımıza nasıl zengin olunur diye her biri bir cevap verir peki verdikleri cevaplar onları niye zengin etmemiş bu zamana kadar diye sorsanız mutlaka bir mazeretleri vardır.Burada anlatmaya çalıştığım asıl şey şu hayatta bir hedefi olmayan kişinin hangi yoldan gittiğinin hiç bir önemi yoktur.Hayatta bir hedefimiz olmalı bir hedefe ulaşmak için çaba sarf etmeliyiz.şu toplumumuzun bir hastalığı da bu ,hedefsiz yaşayan insanlar topluluğu olduk.Sabahları kalkıp işe gidiyor,deli gibi çalışıp yorgun olarak eve dönüyor,biraz dinlenip yemek yiyip ,televizyon seyredip yatıyoruz.Hafta sonu tatillerinde mümkün olduğunca çok uyuyup bir kaç oyalayıcı işle günü geçiştiriyoruz.Böyle yaşanan bir hayatın kimseye bir faydası olmuyor.Para kazanıyoruz ama para kazanırken ömrümüzü harcıyor,geçen zaman nimetini değerlendiremiyoruz.Bir zaman sonrada geçmişe bakıp keşkelerle veya bizden üst seviyede olan kişilere bakarak hayatımızı geçiştiriyoruz.Oysa ki her bireyin bir hedefi olsa ve bu hedefi için çalışsa,kendini geliştirse yaşadığımız hayat hem güzelleşir hemde üretken ve topluma faydalı bireyler oluruz.etrafımıza baktığımızda herşey değişmekte ve gelişmekte iken bizlerin aynı yerde sayıklaması pek kabul edilir birşey değil.Eminim ki bu yazıyı okumakla bile bir değişimin içindesiniz ve okumakla kendinizi geliştiriyorsunuz.keşke herkes sizin gibi olabilse.

13 Haziran 2014 Cuma

ZITLIKLAR PRENSİBİ

Hayatımızda idrak ettiğimiz bir çok şey asli olarak zıtlıklar ilkesine dayanır.Bunun en güzel örneği renklerde görülür siyah ve beyaz gibi.aslında şöyle düşünebilirsiniz, siyah bir renk değildir ,beyazın olmama durumunda ortaya çıkan şeydir.Yani siyah beyazın yokluğunda olan, onun tersi olan şeydir.Kısaca siyahın bilinmesi için beyazın olmaması gerekir.Eğer beyaz hep olsaydı siyah bilinmezdi.Bu konuya tatlardan örnek vermek gerekirse tatlı olan şey bilindiği için karşıtı olan acı veya ekşi bilinir.bu örnekte de bir kavramın iki karşıtı olduğunu görmekteyiz.İyilik veya kötülük durumları da biraz böyle bir durumdur.İyiliğin olmama durumuna kötülük denir veya asli olarak iyi olan bir kavramın bozulmuş olan şeklidir kötülük.Üzüm suyu içmek helal iken bozulmuş ve çürümüş olan şarabı içmek haram veya evlenmek helal iken zina yapmanın haram oluşu gibi.Kısaca kötülük iyiliğin şekil değiştirmiş halidir veya iyiliğin olmama durumu da denebilir.Evliliğin olmadığı toplumda zina olması gibi.Bir kavramın zıddı olduğunda ancak o kavram tam olarak anlaşıla bilir.Beynimiz bir kavramın zıddı yok ise o kavramı anlamakta zorluk çeker zıtlar prensibi bir konuyu veya olayı anlamak için kullanılan bir yoldur.Hayatımızda yaşadığımız bir çok sıkıntı bize aslında yaşadığımız hayatın ne kadar iyi olduğunu nasıl bir rahat içinde olduğumuzu gösterir.Karnımız tok iken aç olan insanları veya yokluk halini anlayamıyoruz.Açlık hastalık veya sıkıntı durumları bize nasıl bir nimet içinde olduğumuzu daha net anlatıyor.Şuan hasta değilsek ,hastalık halinde şu yaşadığımız sıhhatin ne kadar büyük bir değer olduğunu anlıyoruz.Tabi alışkanlıktan olsa gerek elimizdekinin değerini pek bilmiyoruz.Sürekli sıhhat halinde olmak bu halin değerini gözümüzden düşürüyor.Kısaca zıtlık olmadığında elimizdeki şeylerin değerini anlamadığımız ve değerlendirmediğimiz çok net olarak ortada.Sıkıntı  ve belalara birde bu açıdan bakmak lazım.Tüm bu sıkıntı ve belalar aslında ne kadar büyük bir nimetin içinde olduğumuzu gösteriyor.Yaşadığımız hayatın ne kadar güzel olduğunun  en büyük kanıtı başımıza gelen musibetlerdir aslında.Bu konuya benzer bir video var tavsiye ederim


12 Haziran 2014 Perşembe

ALTERNATİF DÜŞÜNME

 
Kullandığımız bir çok eşyanın veya nesnenin alternatif kullanım şekilleri olduğunu çoğu zaman unutuyoruz. Misal olarak buğdaydan bizler ekmek ve hamur işlerinde kullandığımız un elde ediyoruz. Ancak eski toplumlarda ve hatta Anadolu'da un ev yapımında harç olarak kullanılmıştır un. Bizler unun doyurucu özelliğini düşünürken diğer insanlar eve olan ihtiyacından yapıştırıcı olarak unu düşünmüşler. Alternatif düşünce dediğimiz düşünce böyle işliyor yani kavramın asli görevi yanında yapabileceği diğer seçeneklerde düşünülüyor. Bunlara bir örnek daha vermek gerekirse bir sorunla karşılaşınca bizler sorunu asli kavramlar üzerinden çözmeye çalışıyoruz. Birine kızınca düşündüğümüz ilk şey karşı tarafa zarar vermek oluyor. Bunun içinde kaba kuvvet geliyor aklımıza ama alternatif olarak uygulanacak o kadar çok şey var ki misal olarak konuyu değiştirmek, sakinleşmeye çalışmak, biraz uzaklaşıp bir müddet sonra tekrar konuşmak, karşıdaki kişinin bakış açısını değiştirmek vb...  Yani kavga etmek yerine sorunu çözmeye yönelik düşünmek. Alternatif düşünce denilince bunun giriş gelişme ve sonuç bölümleri iyi düşünülmeli yoksa alternatif düşünce bir işe yaramaz. Sadece zaman kaybı olur. Alternatif genelde ek seçenektir. Yani alternatiften önce mutlaka bir seçeneğiniz vardır. Ama asli olan seçenek mi yoksa alternatif mi daha fazla yarar sağlar bunu bilmediğimizden aklımız hangi seçenek daha iyi diye düşünür.buraya kadar anlattıklarımın tek amacı şu sorun odaklı düşünmek yerine çözüm odaklı düşünmek gerektiği ve bunu yaparken geleneksel çözüm yolları yerine başka seçenekler olduğunuda hatırlatmak. Ev misalinde olduğu gibi harç yok demek yerine buğdayı harç yerine koyabilmeyi düşünmek.

4 Haziran 2014 Çarşamba

DİNLENME




Hayatın temposu ve yaşadığımız devir sürekli çalışma odaklı .Ürettiğimiz ve çalıştığımız sürece gerekli ihiyaçlarımızı karşılıyoruz.Ancak amaçlar ve araçlar birbirine karışmış durumda.Para kazanmak için çalışan insanlar bir müddet sonra para kazanmak için çalıştığını unutup işinin kölesi olmuş durumdalar.Bir noktadan sonra paranında bir önemi kalmıyor ve kişilerin yaşam amacı yaptığı iş oluyor.İşte bu çalışma temposunda bu kadar yoğun çalışan kişi bir müddet sonra da hayatttan tad alamaz hale geliyor.Arkasından sıkıntı, bunalım ,depresyon ve daha bir çok ruhsal dengesizlik oluşuyor.Hatta akli dengesi bozulanlar bile var.Bozuk bakış açısı insanda bozuk düşünceye ve bozuk düşüncede etkileşimde olduğu diğer insanların düşünce sistemini bozar.Sabahtan akşama kadar sürekli çalışma temposunda olan kişi sosyal hayatı olmadığından kendi içinde bir dünyada, kendi kuralları ile yaşarken gerçek hayatı da kendi dünyası gibi görür.Tüm bu anlatılanlar toplumda çoğu bireyin yani bizim gibi  işçi olan bir çok insanın hayatı.Herkes aynıdır diyemem ama şöyle bir etrafınıza bakın ,işinden ve yaşadığı hayattan şikayetçi pek çok insan göreceksiniz.Buraya kadar anlattıklarımı pek çoğumuz biliyoruz .Bizim misalimiz elinde bardak tutan kişiye benziyor.Bir bardağı elinizde 1 saat tutarsanız kolunuz ağırır.Aynı ağırlıktaki bir bardağı 12 saat tutarsanız kolunuzu uzun bir süre kullanamazsınız.Aynı ağırlıktaki bir bardağı 24 saat veya daha uzun süre tutarsanız artık size bir ambulans gerekir.İşte düşüncelerde bu mantıkta işler.Size sıkıntı veren bir şeyi 1 saat aklınızda tutarsanız sıkılır bunalırsınız.Eğer süre uzar günlere dönüşürse yavaş yavaş düşünce ve sinir sistemi tahrip olur ve hasar görür.Eğer bu hayatınızın bir parçası olursa hastalık ve topluma zarar verme şekillerine dönüşür.Uzun bir mesafe gidecek olan bir kişi hiç dinlenmeden koşarsa gideceği mesafeye hiç bir zaman ulaşamaz.Çünkü vucudu böyle yaratılmadı.Uzun mesafe gidecek olan kişi muhakkak dinlenerek yoluna devam etmelidir.Yaşadığımız  sıkıntılarda böyle, eğer bir sıkıntı uzun sürecekse muhakkak kişiler kendilerine dinlenme vermeli yani arada o sıkıntıdan uzaklaşarak düşüncesinden çıkartarak bir müddet kendini dinlendirmeli.Bu iş hayatında da, diğer sıkıntılı şeylerde de böyledir.Eğer sıkıntınız varsa ve çözemiyorsanız kendinize tatil veya mola verin.Kendinizi biraz toparlayıp tekrar dan çözüm yolunu bulmaya çalışın.eğer sürekli koşmaya çalışırsanız bir yerden sonra çatlarsınız.

17 Mayıs 2014 Cumartesi

SORU SORMAK


Bizler soru sorarken daha soru esnasında alacağımız cevabı tahmin ederiz.Birinden bir şey isteyen biri az veya çok alacağı cevabı tahmin eder ve o cevaba göre kafasında bir plan oluşturur.Misal olarak birinden basit bir şey istediğimizde kalem gibi ,genelde bunu alacağımızı biliriz.Ancak para gibi bir şey istediğimizde bunu alıp alamayacağımız konusunda planlar yaparız ,verirse şöyle yaparım vermezse şöyle yaparım gibi.Bu soruş şeklimizi inceleyen uzmanlar 3 tip soru kalıbı bulmuşlar bu kalıplar kısaca şöyle

1 -açık uçlu sorular
2-kapalı uçlu sorular
3-yönlendirme soruları

Şimdi bunlara örnek vererek konuyu netleştirelim.Açık uçlu sorular genel olarak evet veya hayır cevabı alacağınız sorulardır.Biri size bir çay içelim mi diye sorduğunda %50 evet %50 hayır dersiniz.bu açık uçlu denilen soru tipidir.

İkinci tip soru kapalı uçlu genel olarak evet cevabı verilen sorulardır.Bu sorularda soru sorulmadan önce bir ön bilgi verilir uzman görüşü söylenir ve size soru sorulur.Bunun örneğini verecek olursak : '' yeşil çay üzerinde yapılan bir araştırmada yeşil çayın sağlığa faydaları sayılırken antioksidan madde barındırması ile yaşlılığa ve yaşlılık etkilerine iyi geldiği ayrıca kalp ve damarlar üzerinde olumlu etkileri olduğu saptanmış.uzun bir hayat süren yaşlı japon insanları  uzun ve sağlıklı bir hayatı yeşil çay sayesinde kazandıklarını söylemişler.Hatta bizim hasan abi geçende aktardan bir yeşil çay almış tadı bir harika, hem güzel kokulu, hemde lezzeti müthiş, bende tattım bizzat ve tavsiye ederim ''. abi  şimdi bi yeşil çay içeriz değil mi? işte bu ikinci tip soru olan kapalı uçlu soru tipi ile size ön bilgi uzman görüşü verdim ve soruyu sordum . %90 bu soruya muhatap olan insanlar evet cevabını verirler.

Üçüncü tip soru ise yönlendirme soruları denen sorulardır bu soruya hayır diye bilmek genelde çok zordur ancak işin eğitimini almış kişiler bu tip sorularda çıkış yolunu bilirler.Bu soruya örnek olarak da ''abi yeşil çay mı içersin yoksa siyah çay mı? ''bakın soruyu soran kişi size içmeme gibi bir seçim şansı sunmuyor ve bizde bu tip yönlendirme sorularında neyi seçersek seçelim sonuç hep evet oluyor .Eğer seçerseniz evet demiş oluyorsunuz.

Tüm bunları niye anlattığıma gelince hayatta bizlere o kadar çok yönlendirme sorusu soruluyor ki birini seçtiğiniz anda doğru seçim yaptığınızı sansanız bile aslında yanlış bir seçim yapmış oluyorsunuz.Bir soruya cevabı hemen vermek yerine düşünmek ve soru sormadan öncede konu hakkında düşünmemiz gerekiyor kısaca sorduğunuz soru alacağınız cevabı belirliyor.

6 Mayıs 2014 Salı

LİSANI HAL


Tarifi olmayan bir şeyi nasıl tanımlardınız?daha önce hiç şeker yememiş birine şekeri nasıl anlatırdınız?Tüm tarifleri yaparken karşı tarafın sizi anlaması için onun daha önce yediği veya bildiği şeylere benzeterek tanımlamalar yaparsınız, ancak anlattığınız şeylerin hiç biri şeker ile uzaktan veya yakından ilgisi olmayan şeyler olacaktır.Şeker yiyen mutlu olur deseniz, mutluluğu şekere benzetseniz, karşı taraf anladığını söylese dahi aslında anlamamıştır şekeri, veya şekeri suya benzetseniz ,şeker suya da benzemeyecektir.Kısacası şekerin tarifini yapmak mümkün değildir. Şeker ancak tadılarak anlaşılacak bir şeydir,tatmadan anlaşılması mümkün değildir.Şeker ile ilgili hiç bir tanım şekeri anlatamaz bilmeyen birine.Bilen kişilere ise şekeri anlatmaya gerek yoktur.Bizlerde bazen bu durumları yaşıyoruz ,insan olarak üzülüyor ,seviniyor ,kızıyor, sakinleşiyoruz.Bazen kendi halimizi başkalarına anlatamıyoruz veya ne kadar anlatsak da tarifini yapamıyoruz,aslında yaptığımız hata bizim halimizi yaşamamış birine o hali anlatmaya çalışmak. Bunun sonucu olarak da karşı taraf anladığını söylese de aslında hiç bir şey anlamamış oluyor.Halin anlatımını yapabilmek için karşıdaki kişinin o hali yaşamış olması gerekli ki bizi anlaya bilsin.Yoksa bu anlatma çabalarımız boşa zaman harcamaktan öteye geçmeyecektir.Bunları anlatmam da ki sebebler den biride etrafımızdaki canlıların hallerini anlamaya çalışmamız gerektiğindendir.Misal olarak sokak hayvanları bizim gibi iletişim kuramazlar ve açlığını susuzluğunu anlatamazlar bize ,bizler insan olarak onların hallerini anlamaya çalışmalıyız.Hayvanların bu tür konuşma tarzlarına lisanı hal denir.Yani davranış diliyle konuşmaya çalışırlar.Kendi iç alemlerini bizlere hareket bakış ve sesler çıkararak anlatmaya çalışıyorlar.Kısaca konunun özü aslında şöyle'' lisanı hali bilen biri dünyadaki tüm dilleri bilmiş gibidir'' kelimelere ve  sözlere pek ihtiyaç kalmaz .Bu dili bilen biride yalnız ve mutsuz olmaz.

BÜTÜNÜ GÖREBİLMEK

Bir bütünü oluşturan parçaların her biri, bütün olan o nesneyi anlatır ancak dikkat edilmesi gereken o parçanın nesnenin tamamı olmadığıdır.Fakat bizler bunu bilsek de yaşam tarzlarımızda uygulamakta zorlanırız.Şimdi vereceğim bir örnek konuyu gayet netleştirecek.Bir grup insanı kapalı ve karanlık bir odada bir filin yanına bıraksak ve bu kişilerin hiç biri daha önce fil görmemiş olsa fili tarif ederlerken herkes filin dokunduğu yerini tarif eder, bacaklarına dokunan fil sanki devasa bir sutun der,kulaklarına dokunan fil devasa bir yelpaze diyecektir,filin burnuna dokunan fil denen hayvan dev bir hortum veya yılan diyecek,filin dişlerine dokunan kişi fil sanki bir kaya veya mermer parçası diyecektir.İşte her bir kişi karanlık bir odada fil ile yalnız kalınca kendi duyu organlarıyla dokunduğu kadar bilgiye sahip olacak ve o parçadan bütünü anlamaya çalışacak bunun sonucu olarakta dokunduğu parçanın sanki bütünün tamamını oluşturuyomuş yanılgısına varacaktır.Sağlıklı bir tanımlama için tüm bu parçaların birleştirilmesi gerekir.Aslında tüm parçalar birleşsede fil karanlık odada anlaşılmaya çalıştıkça anlamaya çalışanlar yanılacaktır.Fili tanımak için ışığa ihtiyaç var ve ışıkta tanımak gerekli, ayrıca fil psikolojisinide bilmemiz gerekiyor ve bunun gibi daha bir çok bilgi gerekiyor fili tanımak için.Şimdi bunları anlatmamın asıl sebebine gelince, bizlerin insanları ve hayatı tanımakta karanlık odadaki fili tanıyan kişilere benzeriz.Herkes kendince hayatı ve insanları anlatıyor bize veya bizler hayatı yorumluyor dünyanın gidişatı hakkında bazı fikir ve sonuçlara varıyoruz ancak bütünün sadece parçalarını tanımlayarak ,bütünün tanımladığımız parça olduğunu sanıyoruz.Bunun sonucu olarak da bu tanımlar üzerine bir yaşam tarzı belirleyip yaşıyoruz fakat yaşam tarzımızdaki eksikliklerden dolayı hayatımız sorunlar ve sıkıntılarla dolup taşıyor.İnsanlar ile anlaşmakta sorunlar yaşıyoruz ve yaşadığımız hayat bizleri bunaltıyor.Hemen hemen herkes bir şekilde yaşadığı hayatı daha iyi bir hale getirmeye çalışıyor.Çünkü asıl sebeb tanımlama hatası yaparak yanlış temeller üzerine bir hayat yaşamamız.Eğer doktor bir hastalığın tanımlamasını yanlış yaparsa yanlış ilaç verir ve yanlış ilacı içen hasta ölür.Bu duruma düşmemek için yaşadığımız hayatı tekrar gözden geçirip parçaya göre değilde bütüne göre hareket etmemiz yerinde bir karar olur.Herkese bütünü görebilme çalışmalarında başarılar dilerim.

4 Mayıs 2014 Pazar

ETKİLEŞİMLER

İnsan düşünce tarzlarındaki değişimlere bakınca aslında bir tepkinin  başka bir düşüncenin veya fikrin karşıtı olarak karşısına çıktığını anlıyor. Böylece farklı psikolojiler ve insan kimlikleri oluşuyor.misal olarak bir masa ve üzerinde bir elmamız var ve bunu gören kişi insanlara bunu anlattı diyelim ve insanlardan gelecek tepkilerin benzerlerini  düşünelim, bu benzerliklere misal vermek gerekirse ; masanın üzerinde elma varmış bunu duyan şu tepkiyi veriyor hayır elma değil narmış,bir başkası ise masa değilmiş o sıraymış büyük beyaz bir sıra hatta üzerinde kalemde varmış,bunu duyan başka biri elma yokmuş uydurmayın masa boşmuş,bunu duyan başka biri zaten adamın gözleri iyi görmüyor aslında ne masa varmış nede elma adam sadece kedi görmüş,bunu duyan başka biri adam sadece hayal görmüş hayalindeki masa ve elma onlar,bunu duyan başka biri elma yada başka bir şey olsa ne olur olmasa ne olur boş verin bunları,bunu duyan başka biri beni elma ilgilendirmiyor ama turp olsa ilgilene bilirdim........ vs .Örnek sayısını çoğaltmatsam heralde milyonlarca örnek çıkabilir.işte bir düşünce veya fikir aslen ne olursa olsun veya ne anlatmaya çalışırsa çalışsın zaman içinde insanlar arasında dolaştıkça değişmeye veya başkalaşmaya başlayacaktır.Ne yapmaya veya ne anlatmaya çalışırsanız çalışın insanlar sizin anlattığınız her ne olursa olsun bunu kendilerince yorumlayıp yeni bir tarz ekleyecekler.Hani bir söz var değişmeyen tek şey değişimin kendisidir diye sanırım tam insanlara göre söylenmiş bir söz.Etkileşim içinde olan insanlar fikirleri ,hayatı,dünyayı sürekli değiştireceklerdir.Burada asıl sormamız gereken soru bence şu olmalı bir şeyin asıl olanı mı daha değerlidir ?yoksa değişmiş halimi daha değerlidir? Yerine göre diye bilirsiniz ama buda değişkenlik ifade edeceği için ve değişkenlik asıllardan türediği için asıllar her zaman daha değerli olacaktır.Peki yaşadığımız hayatlara bakacak olursak yaşadığımız hayat orjinal bir hayat mı yoksa başkalarının aslından çıkarıp değiştirdiği ve bize asıl olarak gösterilen bir hayat mı?Masanın üzerindeki elmayı mı görmeye çalışıyoruz yoksa onu görenin anlattığı insanların başka insanlara anlattığı haberlerin doğruluğuna inanarak kendimizce bir elma ve bir masa hayal ederek mi yaşıyoruz?

28 Nisan 2014 Pazartesi

BENZERLİKLER VE TEMELLER

 İnsanlar ne kadar  farklı olsalar da aslında temellerde birler. Yapısal olarak bakınca beden dünyayı temsil ediyor.Yani dünya ile aynı benzer özelliklere sahip.Misal olarak kıllarımız bitkilerin,beden toprağın taklidi gibi. Kan damarları toprak altında akan yeraltı kaynakları,mikro organizmalar veya hücreler bu toprakta yaşayan canlılar sanki, küçük bir dünyayız hepimiz .Yaratılışımız dünya ile benzerlikler taşımakta 4 temel elementte var.Ancak benzerlik olması asıl olanın kim olduğu sorusunu getiriyor akla,asıl olan biz miyiz? Yani dünyamı bizden kopyalandı yoksa biz mi dünyadan kopyalandık? Bu sorunun cevabı olarak insan topraktan yaratıldı cevabı yeterli olur sanırım.Peki bu benzerlikleri bilmenin bize ne faydası var derseniz aslında müthiş derecede faydası var diye bilirim. Çünkü misal olarak ,otların kurumaması için düzenli olarak sulanması gerekli ayrıca gerekli maddeleri topraktan almalı,bu örnekten yola çıkarak şunları diye bilirim ki,eğer saçlarınızın dökülmemesini istiyorsanız düzenli olarak nemlendirmeli ve kılların saç derisinden gerekli maddeleri alması için saç diplerinizin tıkanmaması gerekli,ayrıca toprak misali olan derininde gerekli maddeleri saça vermesi lazım ki saçlar dökülmesin.Kısaca bu örneklerden anlaşılacak en temel şey şu olur,doğayı ve dünyayı gözlemlememiz gerekiyor.Doğada olan olayların benzerleri vucudumuzda oluyor,çaresiz gibi görülen hastalıkların çaresi bu şekilde incelemek ve gözlemlemekte yatıyor.İnsan topraktan yaratıldığı için asıl olanda meydana gelen olaylar benzer özellikler taşıyan bizlerdede vukuu bulacaktır.Her insanı farklı bir dünya veya farklı şekilde bir araya gelmiş canlılar kümesi olarak düşünmemiz gerekli.Yani örnek olarak bu dünyaların birinde olması gereken nehirler az akıyor ve buna kansızlık deniliyor,veya nehir yatağı dar buna damar daralması deniliyor veya sular donuyor gereken ısı miktarı düşüyor buna ısı kaybı veya donma diyoruz.Nehirler azalırsa su takviyesi gerekir ,bunun benzeri olarakta kansızlık çeken kişi ya kan yapıcı maddeler alacaktır veya kan takviyesi yapılacaktır.Nehirin daralması ya dışarıdan müdahale ile açılacak veya suyun içine asit benzeri madde atacaksınız .Kan damarları daralırsa ya ameliyatla damar genişletilecek veya ilaç verilip damarlar genişletilecek.Isı düşerse yeraltı kaynağı ile beslenir veya ısıtılmak için hareket ettirilir.Çünkü akan su donmaz durgun su donar,bedende hareket halinde akan nehir gibi olur ve ısı artar.En temelleri verdiğime göre bu örneklerden yola çıkarak kendi bedenlerimizi tanımak için doğayı ve yaratılanı tanımak gerektiği anlaşılmıştır sanırım. Örnekler çoğaltılabilir eminim ki düşünürseniz daha çok şeyler bulabilirsiniz.

15 Nisan 2014 Salı

VERİ TABANI



Yaşımız ilerledikçe vucüdumuz da değişimler olur.boy uzar ,dişler değişir,ses değişir,yüz yapısı değişir ve bunun gibi daha bir çokları.Peki değişim ne zaman duruyor diye soran pek olmuyor.Erişkinliğe gelince kemale ermiş sayıyor kendini kişi.Aslında başlanan bir yolda yürüme kıvamına gelmişken, kişi kendini kemalatta sanıyor.Zaman geçip yaş ilerledikçe geçmişte yaptığı hataları görüp ders almaya çalışıyor.Peki bu düşünce yapısı yani beyinin olayları algılaması beynin gelişimi ne kadar sürecek diye bakarsak en zirvesi yaşlılıkta oluyor.Ancak pek uzun sürmüyor,yani tüm yaşam tecrübemiz yaşlılıkta elimizde iken ya bunama veya ölüm ile son buluyor.Tüm bu değişimler olurken fikriyat olarak aynı yerde kalmak zamanın ve değişimin gerisinde kalmak pek tabiki yanlış olacaktır.Zaten yaşlı insanlar ile aramızda fark olmasının bir sebebi de  ,onlar ellerindeki bilgi ile bizim yaşadığımız zamana ayak uyduramaz ken ,bizlerde değişen zamanda elde ettiğimiz tecrübeleri onlarda göremiyoruz .Bu sebebler den de kuşaklar arası fark çıkıyor.Kısaca özetlemek gerekirse veri tabanları farklı nesiller pek tabiki anlaşamayacaklardır.Ortak bir veri tabanı bulunmadığı sürece toplumlar arasında farklar artacak ,hatta savaşlar görülecektir.Buraya kadar anlatılanlar tüm zamanlarda ve tüm dünya tarihinde savaşların çıkma nedeni.Yani veri tabanı farklı olan nesiller ,toplumlar ve bireyler anlaşamazlar.Birisinin sahip olduğu bilgi diğerinde olmazsa, bilen ile bilmeyen arasında anlaşmazlık çıkacak ve birisinin iyi dediğine diğeri kötü diyecektir.Peki çözüm nedir derseniz bu olayın çözümü yok.Genelde insanlar anlattığım sorunu çözmek için savaş yöntemini kullanmışlar ,yani baskın olan tür diğer türü yok etmiş,böylece yeni bir zemin oluşturulmuş.Pek tabi ki bir çözüm değil ve olmayacak,insanın olduğu yerde savaşın olmaması mümkün değil,savaş kaçınılmaz.Ama bir çözüm yolu daha var .Tüm kişileri aynı veri tabanında buluşturmak?eğer tüm insanlar aynı veri tabanında buluşurlarsa savaş ortadan kalkacaktır.fakat  mümkün değil.Ancak ahirette mümkün olacak.Tüm cennet veya cehennem ehli aynı düşünce yapısında olacak .Orada savaş olmamasının bir nedeni de bu.kısaca eğer insanlar ile anlaşmak ve hayatın güzelleşmesini istersek.ya biz konuştuğumuz kişilerin seviyesine ineceğiz veya onları kendi seviyemize  çekeceğiz.

12 Nisan 2014 Cumartesi

SIFATLANDIRMA



Yaşadığımız toplumda insanlar sürekli bir şeylere sıfat takarlar.Misal olarak yakışıklısın veya güzelsin gibi sıfatlar verirler.Yine bunun gibi  çalışkan veya tembel derler .Peki bu sıfatlar konulurken ölçü nedir?Neye göre, kime göre yakışıklıyım veya çalışkan kime göre, hangi ölçüye göre tembeliz?Genelde bu tür soruların cevapları içinde bulunduğunuz, muhatap olduğumuz kişilere göre oluyor.Zaten bu sözlerin söylenmesindeki amaç sizi bir şeylere yönlendirmektir.Televizyonda reklamı olan kozmetik markası birini çıkarır ve size bir ölçü verir,güzellik böyle bir şey der.Bunun arkasından bu reklamı seyredenin güzellik anlayışı olarak bu oluşur, ve sizi bununla ile karşılaştırır, siz bu kıyasa uymuyorsanız güzel değilsinizdir,veya çalışkan değilsinizdir.Peki gerçek ölçüler nelerdir ?buraya kadar anlatılan ölçüleri sizi kullanmak isteyen insanların belirlediğini anlmışsınızdır sanırım.Yani ben birini çalıştırmak istiyorsam ona bunu istetirim ve ona bir ölçü veririm.Karşıdaki kişide bu ölçülere uyarak benim istediğimi yapmış olur.Sana güzelsin diyorsam veya yakışıklısın diyorsam ,bu sıfatları sana takmamdaki amaç güzelliğinden veya yakışıklılığından istifade etmek veya kullanmaktır.Çünkü sana kozmetik ürünü satınca kozmetik sanayi,giysi satınca giyim sanayi,ayakkabı satınca ayakkabı sanayi,lüks bir yerde yiyince gıda sanayi kazanacak.Bu yüzdende size sıfatlar verip pohpohlayacaklar.Güzel kızlar bu meyva suyunu içer ,burada yemek yer ,bunu giyer,bu tip erkeklerle çıkar,bu marka telefonu kullanır ve daha niceleri.İnsanlar tarafından verilen sıfatlara o kadar kendimizi kaptırırız ki bazen, insanlardan bu sıfatları duymayınca sinirlenir ,kızar ,kötü tepkiler verir o günümüzü mahvederiz.Birisi yolda giderken ne salak adam desin o gün artık akşama kadar o söz aklımızda dolanıp durur.Çünkü bizde olmayan bir sıfatla bize hitap etmiş veya sıfat takmıştır.O adamın aptal demesiyle aptal olmuyoruz ancak bu sözede tahammül edemiyoruz .Çünkü sıfatlandırma bilincimiz insanlara göre ayarlanmış.Belkide bu kadar kafamıza takmasak insanların verdiği sıfatları,daha güzel  ve daha özgür bir hayatımız olacak.Birilerinin istediği gibi bir hayat süreceğimize mutlu ve huzurlu bir hayatımız olacak.hani bir söz var insanları kandırmak kandırılmış olmalarına inandırmaktan daha kolaydır.sanırım konunun özü bu.

27 Mart 2014 Perşembe

YETENEKLER



Dünyanın en zeki insanı tespit edildiği kadarıyla william james sidis IQ seviyesi 250 veya 300 civarında.Böyle zeki bir insandan insanlık çok şey bekliyor.Ancak hayatı boyunca pek bir iş yapamamış bir kaç kitap yazmış ve bulunduğu çevrede ilgi odağı olmuş.demek ki zeka tek başına bir şey ifade etmiyor.zeki olmaya bir yetenek dersek ,yeteneğin ortaya çıkacağı ortam bulunmuyorsa o yetenek değersiz oluyor.hani bir kıssa vardır bir gün padişahın birine derler ki ;
''Bir adam var iğne içinden iğne geçiriyor, uzaklık ne olursa olsun fark etmiyor.''
Padişah çağırın şu adamı demiş ve adamı test etmiş uzaktaki bir yere bir iğne koymuş ve adamın eline üzerinde ip olan bir iğne vermiş.Adam şöyle bir iğneye bakmış ve atışını yapmış.İğne diğer iğnenin deliğinden geçmiş.olayı seyreden herkes şaşkın şekilde bakarken padişah yanındaki vezire dönmüş ;
''Bu adama 100 altın verin verin ve 100 defada vurun demiş.''
adam tabi hemen padişaha sormuş;
''Efendim 100 altını anladım da 100 sopa niye ?
Padişah şöyle demiş;
''Bu 100 altını kimsede olmayan bir yeteneğin olduğu için veriyorum ve 100 sopayıda böyle boş işlerle milleti meşgul ettiğin için atıyorum.''
Kıssa bizim hayatımızı anlatıyor biraz her insanın bir yeteneği var kimi yetenekler insanlar arasında değerli iken bazı yetenekler insanlar arasında değersiz.Değerli olanlar ödüllendirilirken değersiz olanlar kaybolup gidiyor.Peki değersiz dediğimiz yetenekler neye göre değersiz derseniz.Topluma göre derim.Aslen çok kıymetli yetenekler toplum tarafından kabul görmediğinden yok olup gidiyor.Bunlara örnek vermek gerekirse yukarıdaki william örneği sanırım konuyu açıklar.Dünyanın en zeki insanısınız ve onu gösterebileceğiniz bir alan yok.çünkü toplum sizi yönlendiriyor.belkide bu adam bir bilim adamı olsa fizik veya kimya ile ilgilense kim bilir ne icatlar çıkardı.Ancak içinde bulunduğu toplum onu yönlendirerek bir kaç kitap yazdırarak böyle değerli bir yeteneği yok etti.Konuyu bize döndürecek olursak inanıyorum ki içinde yaşadığımız toplumda çok kıymetli insanlar var .belkide onlara bir şans tanınsa dünyada tarihe isimleri yazılır.Belkide bu yazıyı okuyanlardan biri olarak o yetenek sizde de vardır.

22 Mart 2014 Cumartesi

İKİ MAYMUN


Sıkıntılar ve belalardan kurtulmak mümkün mü?Bir çıkış yolu olsaydı bu ne olurdu.bu sorulara cevap vermeden önce bir deneyden bahsedeceğim.Amerika da bilim adamları hastalıklar ve stres üzerine bir araştırma yapmışlar.İki maymunu ayrı ayrı  sandelyelere  oturtup düşük voltajlarda vücuda zararı olmayacak şekilde düşük voltajlı elektrik vermişler.Fakat maymunlardan birinin önüne bir düğme koymuşlar.Maymun elektrik gelirken bu düğmeye basarsa elektriğin kesileceği öğretilmiş.İki maymuna da düzenli olarak her gün  3 ay boyunca elektrik vermişler ve 3 ay sonra 2 maymunu da incelemişler.Elektrik düğmesi olmayan maymun gayet sağlıklı iken ,önünde düğme bulunan maymun ülser hastası olmuş.Çünkü sürekli elekriği keseceğim düşüncesi ve o stres maymunu ülser hastası yapmış.Bu deney aslında birazda bizi ilgilendiriyor.Her gelen sıkıntıyı nasıl bertaraf ederim,önlerim düşüncesi ve yaşanan bu stres, insanda hastalık yapıyor. İstiyoruz ki her sıkıntıyı kontrol edelim bir an önce engelleyelim ,o sıkıntıdan kurtulalım.Ancak sıkıntıların sonu yok.Biri bitse diğeri başlıyor.Madem iş böyle o zaman gelen sıkıntıları engellemek için çaba sarf etmek gerekli, ancak biri bitince diğerinin başlayacağını bilmeliyiz yani stres yapmamak lazım.İç huzuru denen şey gerekli insana. Sürekli her şeyi kontrol etme arzusu insanı hasta eder.Bizi yaratan sıkıntı ve bela vereceğini vaat etmiş.Biri bitse diğeri başlayacak o kesin, aksi halde bu dünyaya imtihan dünyası denmezdi.Belayı veren rabbimiz dermanı da verecektir.Kontrolü kendimizde sanır ve her şeyi sebeblerden bilirsek.Hastalıklardan kaçınmak mümkün olmayacaktır ve o sıkıntıyı aşsak dahi sağlığımız elden gitmiş olacak.Sağlık gittikten sonra tüm dünya bizim olsa ne anlamı olur ki.Demek istediğim sebeblere sarılıp çalışmalıyız ancak allaha tevekkül edipte iç huzurunu da bulmamız gerekiyor.Derdi verenin dermanıda vereceğini unutmamamız gerekiyor.

21 Mart 2014 Cuma

DOĞRULAR

İnsan doğası gereği sürekli bir değişimin içinde.Doğunca bebek,biraz büyüyünce çocuk,biraz daha büyüyünce genç ve ileriki yaşlarda yaşlı diye anılır.Her yaş grubunda düşünceleri ve fikirleri değişir ,bebekken anne ve mama ister ,çocuk olunca oyun ve arkadaş,genç olunca karşı cins ve özgürlük,yaşlı olunca da sakin bir hayat ve huzur istemektedir.İşte bu örneklerde görüldüğü gibi fikirler ve doğrular sürekli değişmekte.Kısaca bugün doğru dediğimiz şeylere yarın yanlış diyebiliriz.bugün savunduğumuz şeyleri yarın yargılayabiliriz.Peki o zaman doğru denen şey nedir diye tanımlama yaparsak.Bilimsel olarak doğru denen şey insana menfaat veren şeydir.yani adam öldürmeye yanlış diyorsak bunun iki tarafa da zararı olduğu için diyoruz demektir.İşte  bu noktada doğru tanımı ,bilimsel olarak böyle olmasına rağmen aslında böyle değildir.çünkü yaş gruplarına göre doğru farklılık gösterir.burada asıl doğrudan bahsetmiyorum,anlaşılan doğrudan bahsediyorum.Adam öldürmek yanlış dersen hangi kişi ve hangi yaş grubuna göre yanlış bunu bilmek lazım.Yani söylenen bu sözün doğruluğunu hangi yaştaki grup anlayacaktır.Bebek ve çocuğun bunu anlaması tabi ki mümkün değil ve bu tanıma göre zekası gelişmemiş kişininde bunu anlamasını bekleyemeyiz.Bedeni gelişmiş ancak zekası gelişmemiş o kadar çok insan var ki ,söylediğiniz sözün muhatabının hangi grup olduğunu ve kimlere hitap ettiğimizi bilmemiz gerekiyor.Aksi halde sadece boşuna çene yormuş oluyoruz.Asli doğru ile anlaşılan doğru hayatın gidişatını belirler.sizin söylediğiniz sözün pek bir önemi yoktur aslında ,önemli olan muhatabınızın ne anladığıdır.Hani bir söz var bu konuya tam uygun olarak ,yeri gelmişken yazayım.''Sen ne kadar bilirsen bil senin  bilgin karşıdakinin anladığı kadardır.''sanırım anlatmak istediğimi anladınız veya ben anladığınızı düşünüyorum.

16 Mart 2014 Pazar

MUTLULUK

Yaşadığımız dünyada etrafımızda pek çok mutsuz birey var.şöyle bir bakınca insanlara yüzlerinden bile belli oluyor mutsuzluklar.peki bu mutluluk denen şey nedir acaba, insan kendine soruyor?eğer bilimsel olarak incelersek bilim mutluluğa hormanal der ve mutluluk hormanlarını melatonin ,serotonin ve endorfin diye adlandırır.yani bilime göre  etrafımızdaki mutsuz kişiler hormon bozukluğu olan kişiler.Zira bu hormonun gereği gibi çalışmamasından dolayı mutlu olamıyorlar der bize bilim.Ama psikolojik açıdan ise mutluluk demek , mutlu olan bireyin diğer bireylerle iyi iletişim içinde olmasından doğan sonuç olarak görünür.Yani mutsuz olan bireyler diğer bireylerle olan iletişim bozukluğundan dolayı mutsuzdurlar.İşin tasavvufi boyutunda ise kişiye mutluluğu veren  allah ise, kişinin allah ile arasında bir sorun var demektir ve bu sorun düzelmeyinceye kadar mutlu olmak pek tabiki mümkün değildir.Her tanımın kendince doğru tarafı var, o zaman bütün bu tariflerden çıkan sonuç şu olur.mutlu olmak isteyen kişi allah ile ve diğer bireylerle iyi bir iletişim içinde olmalı aynın zamanda beyninin mutluluk hormonu denen hormonları salgılayabilmesi için ise pozitif bir düşünce yapısına sahip olması gerekmektedir.Tüm bunlar içinse büyük bir çaba harcamalı ve mutluluk denen şeyin  çok  emek tüketen bir şey olduğunuda bilmeli.Belkide mutsuzluk etrafımızdaki insanların mutluluk için hiç bir  çaba sarf etmemesinin yani tembelliklerinin sonucu.

3 Mart 2014 Pazartesi

HIRSIZLIK



                                                  


Emek hırsızlığı diye bir kavram duymuşsunuzdur.Birisi bir iş için emek harcar bir seviyeye getirir  bu yapılan işin kopyalanmasına izin vermez.Sonra başka biri gelir ve yapılan işi hiç bir emek sarf etmeden kopyalar.Buna genelde internet de rastlarsınız.Bir arkadaş bir konu hakkında bir araştırma yapar ve bir makale yazar.sonra başka biri gelir o makaleyi alır ve kendi yapmış gibi yazar.Şöyle bir etrafıma bakıyorum da bu hırsızlık olayı bayağı bir gelişmiş toplumda misal olarak kot markalarına bakın ucuz diye satılan kot markaları pahalı markaların logosunu  taşıyor.Madem satacaksın kardeşim bu kotu ucuza ,bu markayı koymanın nedeni nedir,bu bir emek hırsızlığı değil mi ? İlaç sektöründe adam sahte ilaç çıkarıp üzerine marka olan firmanın ismini yazıyor,al işte bir tane daha örnek sana.Teknolojide adamlar çin telefonunun üzerine marka firmaların ismini koyuyor.gıda sektöründe yapılan sahte ürünlerde marka firmaların isimlerini taşıyor.Etrafımızda ne kadarda çok hırsız varmış da haberimiz yokmuş.Bunlar buz dağının görünen yüzü,dikkat edin her sektörde muhakkak bir hırsız var.ne kadar çok tedbir alınsa da hırsızlığın kötü bir şey olduğunu unutmuşuz galiba.Alınan tüm tedbirler insanlar ıslah olmadıktan sonra neye yarar .Her çalanı hapse atmak yerine insanların sorunları ile ilgilenmek  nasihat etmek düşünmeye sevk etmek gerekli.Herkes kendi çıkarını ve rahatını düşünürse kimse rahat edemez bu toplumda.Bazen toplumu bir arabanın içindeki bireylere benzetiyorum kışın arabada birisi ben çok sıcakladım camı açın dese ve kimse ilgilenmese o kişiyle ve o kişide camı kırsa sonuç ne olur? Herkes soğuktan donar. Peki suçlu kimdir pencereyi kıran mı yoksa ona camı açmayanlar mı?Eğer toplumdaki bireylerin sorunları ile ilgilenmezsek sonuç araba örneği gibi toplum çökmeye mahkum olur.Kendi rahatımız için diğer bireyleri görmezden gelirsek bir günde biz görmezden geliniriz.İnsan sosyal bir varlık sevgiye ve ilgiye her zaman ihtiyarcı var.Sevgi ve ilgi görmek istiyorsak rahat bir hayat istiyorsak toplumdaki bireylerle ilgilenmemiz gerekiyor.

2 Mart 2014 Pazar

RÜYALAR








Doğru olarak algıladığımız şeylerin bir çoğunu önce beş duyumuzla idrak edip akabinde karar veririz.misal olarak ateşin yakıcı olduğunu sıcaklığından anlayarak ateşin yakıcı olduğu hükmüne varırız.Geçmiş tecrübelerimiz bize ateşe dokunan kişinin yanacağını söyler.Peki ya gerçek dediğimiz şey böyle değilse bugüne kadar öğrendiklerimiz yanlışsa doğru bildiğimiz her şeyin doğru olmadığını öğrenseydik bunu anladığımız andan itibaren nasıl bir hayatımız olurdu??şimdi ben size desem ki ,ateş yakıcı değil ,sizin soracağınız şey madem yakıcı değil bunu ispatla olur.peki ispatlayayım o zaman?
her şeyin atomlardan oluştuğunu söyleyen bilimse eğer, atomun içinde ne var buna baksın, cevap çok basit ....hiç!!!!! yani içinde bir şey yok ,şu koskoca evren sadece bir hiçten ibaret.peki o zaman biz neyiz bu görünenler ne derseniz ,rüyadan ibaret bir dünya, gerçekte olmayan bir evren.Sadece biz onun gerçek olduğuna inanıyoruz.Ateş mi yakıyor yoksa yakan allah mı???? ateşe elimizi uzattığımızda yakıyorsa, allah ateşe elimizi yakma görevi verdiğinden yakıyor ,bizde allahın kurallarını ihlal ettiğimizden yanıyoruz ....

Bu anlattıklarımı aslında bir çoğumuz biliyor peki ne demeye çalışıyorum.?? Gün içinde biz her şeyin bir rüya olduğunu kaç defa hatırlıyoruz.kendimizi öyle bir kaptırmışız ki şu rüyaya bir gün uyanacağımız hiç aklımıza gelmiyor.rüyada padişah olan kişinin uyandığında gördüğü fakirliği onun aklını başından almaz mı?? ölümü son olarak görüyoruz ama  başlangıcı ölüm  olamayan bir şeyin sonu nasıl ölüm olabilir ki?

bazen büyük pencereden bakıp da bir gün uyanacağımızı unutuyoruz.şu dert dediğimiz şeylerin hiç biri dert değil ,asıl dert denen şey öldükten sonra başlayacak bunu kaçırıyoruz galiba. 





26 Şubat 2014 Çarşamba

NEDEN GÜLERİZ



Aslında cevap çok basit beyin şok etkisine uğrar ve iki tepki verir,korku ve akabinde kaçma veya gülme.Şimdi size desem ki yolda yürüyen biri muz kabuğuna basıp düşmüş bu komik değildir,çünkü tahmin edilebilir ve sonu ön görüle bilir.Ancak muz kabuğuna basan kişi ben hayatımda hiç düşmedim ve düşmem ,yolda yürürken çok dikkat ederim deseydi ve bu sözü gayet ciddi bir şekilde söyleseydi,bu sözü söyleyen kişi düştüğünde gülme tepkisi verirdik.Çünkü bu bir ikilemdi,düşmeyeceğini söyleyen birinin düşmesi!!!  İşte beynimiz böyle bir ikilem yaşıyorsa, şok etkisinde kalmış ve sonuç olarak gülme tepkisini vermiştir.Kısaca birini güldürmek için onun tahmin edemeyeceği ön göremeyeceği bir tepki verirseniz,karşıdaki kişi güler.Fıkralarda bu tarz şeyler olur dikkat ederseniz.olayın giriş bölümü normal, gelişme bölümü ön görülebilir ,fakat sonuç bölümü tahmin edilemezdir.Zaten bizde fıkra veya komik dediğimiz şeylere bu yüzden güleriz.Bir zamanlar artist amca diye biri vardı.Videoyu izlediyseniz şimdi biraz daha detaylı inceleyelim konuyu,artış olayını artist diye anlayan biri var ve ona göre bir tepki veriyor,biz videodan artış diyen spikeri duyduğumuzdan artist diye anlayan amcanın verdiği tepkiye gülüyoruz.Peki spiker artist var mı diye sorsa ve amca aynı cevapları verse yine bu kadar güler miydik? veya spiker pazarda durumlar nasıl gibi bir soru sorsa ve amcada normal bir cevap verse durum nasıl olurdu?İnanın şaşılacak bir şey olmadığından hiç gülmezdik.birde gülmenin psikoloji üzerindeki etkileri var ki onuda başka bir zaman anlatırım inşallah.

18 Şubat 2014 Salı

DERTLER VE ÇÖZÜM YOLLARI



                                        


hepimizin yaptığımız işler veya bulunduğumuz çevre ile ilgili dertleri var kimimiz geçim ,kimimiz okul,eş dost,para ,sağlık sorunları ve sıkıntıları var.peki gerçekten bunlar sorun mu?daha büyük bir sıkıntı yaşasak acaba bu sorun dediğimiz şeyler birer nimet olur muydu?ayakkabısı ayağına vuruyor diye sıkıntı yaşayan biri ayakkabısı olmayana göre nimet içindedir pek tabi ki, zira bir gün o ayakkabı vurması geçer diye düşünür.hiç ayağı olmayana göre de ayakkabının olmaması bir sorun değildir,yeter ki ayaklarım olsun diye düşünür ayağı olmayan kişi.İşte bu bolluk ve refah içinde yaşayan bizler halimize şükür etmekte pek aciz durumlar içindeyiz.verilen tüm bu nimet ve bolluk içinde daha iyiyi talep ederken ,elimizdekine şükür etmekten aciz olduğumuzdan daha fazlasını isteyip daha fazlası için telaş ediyoruz.şimdi denilseydi ki yarın öleceksin sadece 1 gün ömrün kaldı bugün dert ettiğimiz her  şey dert olmaktan çıkardı.hayata bağlı ve çalışmaya bu kadar istekli iken arzu ve isteklerimizin peşinden kovalamak ,sonu olmayan bir yarışa benziyor.ne kadar koşarsan koş bu yarışın sonu yok birileri seni mutlaka geçecek.peki ne yapmalı diye sorarsanız meşhur ata sözümüzü hatırlatırım ''eşşek ölür semeri kalır, insan ölür eseri kalır''.arkamızdan ne eser bıraktığımız önemli değilse ne kadar çalıştığımızın da pek bir önemi yok.

konuyla ilgili olarak bir video paylaşmak isterim.

http://www.youtube.com/watch?v=To-l3Iv457Av






15 Şubat 2014 Cumartesi

YALNIZLIK

                                 


etrafımızda bir sürü insan var ancak bizi anlama noktasında kimse yok diye düşünenlerden misiniz?çok insan tanıyorum ama bir kaçı hariç geriye kalanları bir işe yaramaz mı  diyorsunuz? Siz  yalnızlık çekiyorsunuz demektir ve bu bir sorun !!!İnsan sosyal bir varlık yaşamak için insanların insanlar ile etkileşime ihtiyacı var.Doğuştan itibaren anneye muhtaç olan bebek büyüyünce ekmek için fırına ,sebze için manava ,iş için patrona ihtiyaç duyuyor.Buda ilk söylediğimiz sözü kanıtlar ki insanlar sosyal varlıklar olduğundan tek başına yaşamaları ruhsal sağlıkları için iyi değildir demektir.Şimdi şöyle bir açıklama yapalım bu anlatım üzerine ,eğer insanlar sizi anlamıyorsa asıl sorun, onların sizi anlamaması değil, sizin kendinizi ifade edememeniz.Eğer derdimizle ilgili kelimeleri ve o kelimeleri nasıl bulacağımızı bilsek ,kendimizi  daha net anlatırdık.bazen bir şarkı dinlerken bizi etkileyen de işte bu nokta oluyor.söylenen söz sizi anlatıyor diye düşünürsünüz ve sizin gibi bir çok insan aynı şeyi düşünür.İletişim kuramadığımızdan ve nasıl kuracağımızı bilmediğimizden yalnız kalıyoruz aslında.Peki bu nasıl öğrenilir diye düşünürsek cevap hem basit hem zor.Benim aklıma gelen bir iki tane fikri söyleye bilirim.Öncelikle asıl sorun olan konuşma korkumuzdan kurtulmamız gerekli,yani en kötüyü düşünüp ne olacaksa olsun sonuçta ucunda ölüm yok demek lazım.Tabi böyle deyip de balıklama atlamamak gerekli birazcık analiz etmek, konuşulan kelimeleri önceden düşünmek, avantaj sağlayacaktır.Hayalinizde konuşmak istediğiniz kişiyi canlandırın ve onunla konuşun vereceği cevaplara göre sizde konuşmanızı düzenleyin,bu yaptığımız en azından heyecanımızı alır.İkinci  yol olarak satış ve pazarlama ile ilgili kitaplar okumanızı tavsiye ederim.Çünkü satış pazarlama taktikleri insan psikolojisi üzerine yazılmış kitaplar olur genelde.Bu kitaplardaki bilgiler işimize yaraya bilir. Üçüncü yol ise azim etmek .Sizi gören herkes ile en azından bir kaç kelime etmek gerekli.Hiç bir şey yapamasak bile bir selam vermek yeterli olur.Bizim toplumumuzda iletişim bir sorun, toplumda insanların birbirine güven sorunu oldukça yalnızlık hep olacaktır.Ancak ben yalnızlığı sevenlerdenim diyenlerden iseniz nasıl cevherler kaçırdığınızı bilmiyorsunuz derim sadece.Sütten ağzı yanan birinin yemeğe küsmesine benzer bu.Sosyal bir varlık olan bizler asosyal olursak ruhsal dengemiz bozulur ve işin kötü yanı biz kendimizi hasta olarak görmeyiz de hastalığı dışarı da ararız.Yalnızlık ile bilinen hastalıkları sıralamak gerekirse Depresyon,İntihar,Kalp hastalıkları,Artmış stres,Öğrenme ve hafızada bozulmalar,Anti sosyal Davranışlar,Karar vermede güçlükler,Alkolizm ve madde kullanımı,Alzheimer hastalığında ilerleme,Beyin fonksiyonlarında zayıflama vb...  var.Yalnızlık için kendimize mazeret ve sebebler bulacağımıza,iletişime geçmek için çözüm yolları bulmak inanın daha kolay.